Türk'üm ve Evliyim - Ayşe Arman'dan

Çok çok nadiren yaptığım bir şeyi yapıp, bloguma beğendiğim bir köşe yazısını koymak istedim. Ayşe Arman'ın bugünkü yazısına tek kelimeyle bayıldım! Buyrun bakalım:

Türküm ve evliyim!


Alya’yı okula bıraktıktan sonra, eve yakın bir parkın etrafında 2 tur atıyorum.
Parkın şekli dikdörtgen.
Kısa kenarlarını koşuyorum, uzun kenarlarını yürüyorum.
Toplam 7 kilometre.
Bana çok iyi geliyor, beni yukarı çekiyor, bütün bedenimi hissediyorum, terliyorum, zorlanıyorum; o esnada bir sürü de şey kuruyorum, planlıyorum, kafamda röportajlar yapıyorum, yazılar yazıyorum, şahane yani.
Herkese tavsiye ederim, sabahın körünü kendinize ayırın.
İki kişiyle de olabiliyor ama farklı bir enerji, ben fark ettim ki yalnız yürümekten daha çok keyif alıyorum.
Yazının burasında size, kendimizle baş başa kalmaya ihtiyacımız var gibi bilgece laflar da edebilirim.
Edeyim bari.
Bütün gürültülerden, seslerden, önerilerden, tavsiyelerden uzakta...
Kendini dinliyorsun, fit de oluyorsun.
Daha ne istersin, belánı değil ya!

* * *

Bu sabah yine tatlı tatlı yürürken...
Baktım, karşıdan geliyor...
Lacivert şortlu adam.
Onu her sabah görüyorum.
Tempolu bir şekilde koşuyor, galiba maratona hazırlanıyor.
Parkın bir noktasında mutlaka karşılaşıyoruz.
Önce ufukta, upuzun iki bacak görüyorum. Aslında kadında da erkekte de çok ince, sütun gibi bacaklar beni rahatsız eder, kim bilir belki de çok muntazamlık, defosuzluktur beni huzursuz eden, ama bununkiler etmiyor. Güzel bir gövdesi var, uzaklardan bana doğru koşarken bedenini inceleme fırsatım oluyor, yaklaşınca gözlerimi kaçırıyorum, ama tam yan yana geçerken, işte o anda, birkaç saniyeliğine göz göze geliyoruz.
Bir tür oyun.
Başta duvar gibiydik.
Artık her gün karşılaşa karşılaşa, belli belirsiz bir tebessüm oluştu dudaklarımızda.
Dün alenen kafasıyla selam verdi.
Onunla ilgili bana en sıcak gelen şey, koşarken, sağa çeken arabalar gibi, kafasının, omuzlarının ve bedeninin çok hafiffff sağa çekmesi...

* * *

Kendi kendime...
Hayatta insanın kendini nasıl konumlandırdığı fevkalade önemli, "Düzgün adam yok, varsa da evli, bekársa da gay" dersen ve eklersen: "Hem nerede bende o şans, çıkmıyor işte!"
Çıkmaz anasını satayım...
Sen çıkmayacağına inanmışsın zaten...
Ama bak, ben mesela, her yerde hoş adamlarla tanışıyorum, uçakta, havaalanında, spor salonunda, trafikte, hatta Alya kucağımda Mc Donalds kuyruğunda beklerken...

Onlarla gidecek halim yok...
Ben hayatımdan son derece memnunum...
Sevgilimi seviyorum...
Ama yani başka erkeklerin de beni beğenmesini, arzulamasını istiyorum...
Bu bir enerji...
Yeryüzüne böyle bir enerji vereceksin...
Evlendik diye mezara girecek halimiz yok ya...
Birilerinin bizi beğenmesinde sakınca yok ya...
Derken...
Böyle ipe sapa gelmez ukalalıklar zırvalarken...
Özgüven tavan yapmışken...


* * *

Lacivert şortlu adam durdu.
Tam yanımda...
Zınkkkk diye...
Durdu ve bana bakıyor.
Aman Allah’ım!
Bilin bakalım hissettiğim ilk şey ne oldu?
Hayır efendim heyecan değil, merak değil, coşku değil...

KORKU.

Evet korktum...
Ben kendi kendime, kafamda masum bir şey yaşıyordum, birden bire, bunun ete kemiğe bürünme ihtimali beni feci halde korkuttu...
Gözlerini bana dikti ve "Merhaba" dedi.
Sessizlik.
"Nerelisiniz?"
Sessizlik.
"Benimle kahve içer misiniz?"
Kafamı kaldırdım aklıma geldikçe utanacağım bir şey yaptım.

"Türküm ve evliyim!" dedim.

Türküm ve çalışkanım gibi!
Ve arkama bile bakmadan koşarak oradan uzaklaştım.
Şimdilerde kendime, lacivert şortlu uzun bacaklı adamların koşmadığı yeni bir park arıyorum.



İmge'nin notu: Öncelikle, hâlâ gülüyorum! :) İlk bölümlerde yaşadığı şu özgüven patlamasını anlattığı bölümler pek bir tanıdık geldi! Evli veya bekar her insanın kendini gaza getirdiği ve hızını alamayıp uçup gittiği zamanlar vardır, değil mi? Daha sonra o bakışmalar, beğeniler ve cesur (!) flörtleşmelerin gerçeğe dönüşme ihtimali olduğunda yaşadığı Korku hissi ve "Türk'üm ve Evliyim!" cevabına da gerçekten koptum! Cesaretin, "flörtleşme modu"nun ve rahatlığın dışarı yansıtılan veya zihinden geçirilen bölümü ile gerçek-yaşam uygulaması arasında biraz (!) fark olduğunu görüyoruz! Süper keyifli bir yazı olmuş bence... Ayşe Arman'ın ellerine sağlık!

1 yorum:

mutfakfaresi dedi ki...

Ben de okudum bu yazıyı ve ben de keyiflendim sabah sabah:o)