Amsterdam'a giden herkese sorulan iki soru büyük ihtimalle şunlar olacaktır: "Red Light nasıl bir yer?" ve "Coffee shop'a gidip bir şeyler denedin mi?" Birinci soruya cevabımı iki yazı önce vermiştim. İkinci sorunun cevabı da "Hayır!" Üstelik gitmeden önce de çok cesur bir şekilde havalara girip, "madem sebil, o zaman mushroom da denerim, kek de yerim, onu da yaparım, bunu da yaparım.." diye atıp tutan ben, orada tam bir ödlek tavuğa dönüştüm.
Öncelikle gördüğüm kadarıyla bu coffee shop denilen ortamları anlatayım. Genellikle o ana kadar hayatlarındaki en büyük eksikliğin "marihuana denememiş olmak" olduğunu düşünen meraklı turist kalabalıklarıyla dolu yerler. Kahve satılıyor, ama kahve içmek için tercih edebileceğiniz yerler değiller! Hemen hemen hiçbirinde içki satılmıyor. Ortama, sokakta yürürken de yanınızdan geçen her iki kişiden birinden aldığınız o berbat ot kokusu hakim. Beyninizi neyle uyuşturmak istediğinize içeride kabin gibi ayrı bir bölümde duran bir görevliden aldığınız mönüden yapacağınız seçimle karar veriyorsunuz. Görevli size "Merhaba, hangi ottan kaç gram almak istersiniz? Nasıl bir yolculuk olsun? Uzun, kısa, sert, yumuşak, hı?" diye soruyor, sonra başka bir bölümden sarma kağıtları, konileri, envai çeşit tüttürme aletinin olduğu bölümden suç aletinizi ( :)) seçiyor, alkolsüz içeceğinizi alıp masanıza oturuyorsunuz. Ya da "space cake" adı verilen bir keki yiyip, etkilerinin ortaya çıkmasını bekliyorsunuz. Sonra da artık aldığınız şeyin etkisine göre bir ya da birkaç saat başka alemlere dalıyorsunuz.
Bir kere ben "çakma cesur" bir tipimdir. Siz benim sözlerime değil, uygulamalarıma bakacaksınız. Tatil köyünde bisikletleri gözüm tutmadığı için bisiklet turuna katılmama ya da su kaydırağı veya kayak yapmaya asla yanaşmama ya da Prag'da Absinthe denememe ya da Ayşe Arman'ın Türküm ve Evliyim yazısına bayılma nedenim de budur! Bunlar aklıma gelen ilk örnekler ve üzerinde düşünsem daha pek çoklarını bulabilirim. Hatta kocam bu son geziden sonra bana "İmge Teyze, n'olur bu haftasonu içmeye gidelim, söz veriyorum iki kadehten fazla içmeyeceğim" falan diyerek dalga geçmeye başladı. :)
Bir de geziler sırasında acayip programlı ve planlıyımdır. Yapılacak her şeyin saati bellidir. Eğlence ve dinlence molalarının bile! Sabah 9:00 yerine 9:30'da programa başlarsak bunalıma girebilirim mesela! Hal böyle olunca benim zaten rahat bir coffee shop deneyimi yaşamam mümkün olamazdı! Olmadı da! Düşünsenize birkaç saat başka alemlerde gezip gelmişim, bir kendime geliyorum ki farklı bir ülkedeyim, ama ülkeyi gezmek yerine beynimin keşfedilmemiş kıvrımlarında yolculuk yapıyorum! Cık! Hiç bana göre değil!
Ama itiraf ediyorum, space cake adı verilen o çikolatalı keklere "acaba?" diye bakmadım dersem yalan olur. Sonra paketin üzerindeki uyarıyı okuduğumda ise arkama bakmadan uzaklaştım. (İçeriğinde ne olduğunu yazdıktan sonra deneyimsiz marihuana kullanıcıların keki yememesini tavsiye etmişler, olacaklardan dolayı sorumluluk falan da kabul etmeyiz demişler! Bunu okur okumaz anında oradan uzaklaşıp bir porsiyon sıcak çikolata soslu waffle götürüp, dumansız ve keksiz kafayla otelimize gitmeyi tercih ettim!)
Bu arada coffee shop'lar Amsterdam sınırları içindeki en arıza tiplerle de karşılaşabileceğiniz yerler olduğu için Leidseplein gibi merkezi yerlerde olanları tercih etmenizin iyi olacağını duymuştum. Bunu da ufak bir turist notu olarak aklınıza yazabilirsiniz.
Bir de yukarıda gördüğünüz "smart shop" adı verilen dükkanlar var. Kafanızı iyi yapan sihirli mantarları da buradan alabiliyorsunuz. İçeride mantar dışında bir sürü ilaç çeşidi de var. Açıkçası buradaki ürünler bana coffee shop'lardakinden daha da korkutucu geldikleri için ne yazık ki bu konuda da sizlerle deneyimlerimi paylaşamayacağım. Ama çiçek pazarının yanındaki bu mağazada duran ve son derece düzgün görünen kadının gelen bir gruba huşu içinde mantarı nasıl yemeleri gerektiğini anlattığını duyduğumda bir an için aklıma balıkçım geldi. Hani onun "Abla, ben sana bunları dilim dilim hazırlattım, una bulayıp, tavaya atıyorsun, yanına da şuradan roka vereyim mi" demesi gibi... Kadın da adeta mantar sote tarifi veriyor gibi bir edayla buzdolabından çıkardıktan ne kadar süre sonrasına kadar tüketilmesi, ne kadar çiğnenmesi, öncesinde ve sonrasında ne yapılması gerektiği türünden yararlı bilgiler anlatıp, hatta sonrasında da neler yaşayacaklarını tarif etmeye başladı! Cık! Bu da bana göre değil!
Kusura bakmayın, size tribal anılar yazamadım! Ben bir Irish Pub'a oturup, geleni geçeni izleyip, 3-5 bira içip, sonra da buraya gelip binaları, kanalları, müzeleri, restoranları yazmayı seviyorum. Hem zaten benim "trip" falan yaşamama gerek de yok! Ben zaten zihnen sürekli tripten tribe koşuyorum ve bundan gayet keyif alıyorum. :)
2 yorum:
__yılbaşında Amterdam'a gidiyoruz ve blogun bize oldukça fazla fikir verdi....teşekkürler :))__
rica ederim..:) İtalya ve Viyana'ya gidecek olursanız da bloguma beklerim. O geziler hakkında da oldukça detaylı yazmıştım.
Bu arada şimdiden muhteşem bir tatil ve yine muhteşem bir 2009 yılı geçirmenizi diliyorum.
Sevgiler..
Yorum Gönder