Bir İnci Aral kitabı bitirdim geçen hafta... İnci Aral'ın Yeşil, Mor ve Safran Sarı üçlemesinden önce yazmış olduğu Taş ve Ten adlı kitabını ben biraz gecikmeyle okumuş oldum. İnci Aral sevenler bu kitabı seveceklerdir diye düşünüyorum. Üçlemenin kitapları ya da çok uzun yıllar önce okuduğum Ölü Erkek Kuşlar kadar sürükleyen, tempolu bir kitap değil bu seferki. Belki de kadın baş karakterimiz Ulya'nın ellisine yaklaşmış, huzurlu ve sanatla dopdolu, ama belki de ruhsal anlamda yalnız ve bomboş bir yaşam sürüyor olması kitabın temposunu da etkilemiş olabilir. Yaşamındaki arızaların, kayıpların ve üzüntülerin de etkisiyle şekillenmiş olan durgun olgunluğuyla tanımlayabileceğimiz Ulya'nın iç dünyasının yeni sergisi için gittiği dört günlük bir Almanya gezisinde altüst olması mümkün müdür? O dört gün içinde yaşadığı (ya da belki de yaşamadığı) şey, üniversiteden mezun olduktan sonraki yıllar boyunca yaşadıklarıyla aynı nitelikte ve etkide olabilir mi? Taş ve Ten birbirlerine son derece zıtlardır. Biri yumuşacık diğeri çok sert. Bu iki öğeyi bir araya getirenin zaman olduğunu söylemiş İnci Aral ve ister taş üzerinde ister ten üzerinde olsun zamanın biriktirdiklerini romanın ana teması yapmış. Çok da güzel yapmış. Ben keyif alarak okudum. (Ama bu kez pek objektif yorum yapmıyor olabilirim, çünkü ben İnci Aral'ı çok severim.) Size de keyifli okumalar!
Bahsedeceğim film ise Erkekler Ne Söyler, Kadınlar Ne Anlar! Aslında hiç bizim bayıldığımız bir tarz olmamakla birlikte "kafa yormadan, gülüp eğlenip, biter bitmez unutmaya başlayıp, hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğimiz ve üzerimizde hiçbir iz ya da ağırlık bırakmayacak" bir şeyler izlemeyi istediğimiz için seçtiğimiz bir film oldu. Bu keyifli ve bomboş tatil gününde tüm gün tembellik yapıp, akşamüstü şarabımızı açıp bu "light" filmi izledik. İzlemesek de olurdu, ama hoşça vakit geçirttiğini de söyleyebilirim. Gigi'den baygınlık geçirdim. Anna (Scarlett Johansson) her zamanki gibi doğal haliyle içinden seksilik akan bir kadın rolünde, ama ben nedense onu bir türlü seksi bulamıyorum! Üstüne üstlük bir de yuva yıkmaya çalışıyor burada edepsiz!! :) Kimin yuvasını mı Ben ile Janine'in (Jennifer Connelly). Ben rolündeki Bradley Cooper da pek bir yakışıklıymış valla, duyduk duymadık demeyin. Bir de Neil rolündeki Ben Affleck var filmde, Beth'i canlandıran Jennifer Aniston ile birlikteler. En doğru temellere dayanan, zorlayıcı olmayan ve keyifli ilişki de onlarınki gibi görünüyor. Bu arada Mary rolündeki sanal aşk avcısı Drew Barrymore da çok şekerdi. Yazmakla bitmez bu filmin oyuncuları. Hepsi birbirinden ünlü, genç, güzel ve yakışıklı tipler. Yalnızca onlar için bile izlenebilecek bir film. İlişki hikayelerinden ders çıkarmaya falan takmayın kafanızı. İlişkilerin kitabı ya da kuralı olduğuna inanmıyorum. Planlı, programlı, hedefe yönelik davranışların yalnızca iş hayatında yararlı olabileceğini düşünüyorum. Parmağa yüzük takmanın bir hedef olamayacağına hep inanmışımdır ve hâlâ inanıyorum. Ama aynı şekilde parmağa takılan yüzüğün bir öcü de olmadığına inanıyorum. Yüzük olsun olmasın bence zorlamadan ve zorlanmadan yürütülen, sevgiyle, saygıyla, içtenlikle, dostlukla, dayanışmayla, güvenle beslenen bir ilişki her şeye değerdir. Vay be, filmden ders çıkarmaya ne gerek var, siz başınız sıkışınca bana da gelebilirsiniz bence..:) Neyse, şimdiden iyi seyirler!
2 yorum:
İnci Aral'ı ben de çok severim. Blogumda da bahsetmiştim bir dönem. Bir de Nazlı Eray'ı pek severim. :o)
Nazlı Eray'ın bir tek "Aşk Artık Burada Oturmuyor" kitabını okumuş ve sevmiştim yıllar önce.. Nazlı Eray'ı ben de severim diyebilir miyim o halde, yoksa kırk fırın ekmek mi yiyip geleyim? :)
Sevgiler..
Yorum Gönder