İki Türk Klasiği: Küçük Ağa ve Kiralık Konak

Dün son durumumu öğrenmek için arayan arkadaşlarımdan biri "sözde" normale dönmüş olmamla ilgili en doğru yorumu yaptı sanıyorum. Hani doktorlar bana artık "normale dönebilirsin, ama güneşe çıkma, alkol alma, ağır taşıma ve fazla yorucu egzersizlerden uzak dur" demişlerdi ya, işte bu arkadaşım da "kısaca sana sen olma demişler" yorumunu yaptı ve gülüştük. İşte bu nedenle "fazlasıyla normal" geçirmeye çalıştığım bu yaz günlerinin en heyecanlı aktivitesi de kitap okumak oluyor benim durumumda. Eski İmge'den geriye kalan nadir aktivitelerden biri... Sırada biri Adana'ya gitmeden önce biri de döndükten sonra okuduğum iki kitap var.

İlki Tarık Buğra'nın Küçük Ağa adlı romanı. Milli Mücadele yıllarını bir Anadolu köyüne yansıdığı haliyle anlatan bu klasik roman, karakter analizleriyle aklımda yer etti diyebilirim. Çolak Salih ve sonradan Küçük Ağa olarak anılacak İstanbullu Hoca karakterleri gerçekten çok etkileyiciydi. Türk halkının Kurtuluş Savaşı sürecinde düşmanla savaşının yanı sıra kendi içinde de ne kadar büyük bir mücadele verdiğini çok çarpıcı bir hikaye örgüsüyle anlatan bu romanı okumanızı öneririm.

Aklımda kalanlardan bazıları:

* Arapların Osmanlı Devleti'ni arkadan vurdukları bir cephe savaşıyla ilgili Arap aşiret reisinin sözlerini alıntılıyorum: "...Arabız ve Müslümanız elhamdülilllah... Osmanlı Devleti de Müslümandır. Dedelerimiz asırlarca bu din kardeşliği için Araplıklarını hatırlamadılar. Osmanlılardan ayrılsalar dinlerini mi kaybederlerdi? Hayır elbette. Hallerinden memnundular ve ondan hatırlamadılar. Fakat hatırlamamak vazgeçmek değildir. Dediğim gibi onlar Osmanlı çatısı altında memnundular, çünkü Osmanlılar adildi ve kubbetliydi. Adalet ve kuvvet!Bunların ikisi bir arada olunca mesele kalmaz. Ama bir başka ırkı veya kavmi elde tutabilmek için bunlardan biri lazımdır. Hem de tam olması lazımdır. Osmanlı Devleti ise uzun zamandır ne adil ne de kuvvetli..."

* Savaş sırasında bile gülmek için bahane yaratmanın gerekliliği ve öneminden bahseden şu satırlar: "... Gülmek ve gülmek için sebepler icat etmek lazımdı.Takılmak, şakalaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmamalıydı. Fırsat mı yok? Bunu da icat etmek lazımdı. Neşe de dua kadar destekliyordu insanı."

* Ve Kuvayi Milliye ruhunun son derece güzel anlatıldığını düşündüğüm sayfa 232 ile 235 arasını kendime not etmişim. Siz de resimde gördüğünüz kopyayı (Ötüken Yayınları-2000 basımı) okursanız, aklınızda bulunsun.

İkinci roman ise Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun ilk romanı olan Kiralık Konak'ı. Yanlış yorumlanan ve uygulanan bir Batılılaşma süreci sonrasında yazarın ifadesiyle "riyakar, yarı uşak ve adi" bir kuşağın ortaya çıkmasıyla birlikte yaşanan toplumsal çözülüşün anlatıldığı roman bir konakta geçiyor. Ancak önceki kuşakta pek çok mutlu ana tanıklık etmiş olan bu eski konakta da tıpkı toplumdaki çözülmenin benzeri yaşanıyor. Bu sancılı süreci en ağır yaşayanlar elbette konaktaki o mutlu dönemleri geçirmiş olan Naim Efendi'nin nesli oluyor. Yeni nesilin anlamsızca savruluşunda ise bambaşka acılar ve trajediler gizli. Günümüzde de yazarın son cümledeki Seniha tanımı gibi "sadece güzel ve süslü" ama kalpsiz, duyarsız, maneviyattan habersiz, parayı ilah gibi gören donanımsız modern kadın (ve erkek) örneklerinin ne kadar çok olduğunu düşünmek bana o dönemlere kıyasla daha trajik geldi doğrusu.

Annemin kütüphanesinden aldığım bu akıcı romanı bir çırpıda okuduktan sonra sahibinin bir dahaki gelişini beklemesi için misafir odasına bırakıyorum. Sizlere de okumanızı tavsiye ediyorum. Bu hikayeden aklımda kalan en çarpıcı satır ise şu oluyor:

"Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zarafet insanın üstünde hafif bir cilaydı."

İyi okumalar...

Hiç yorum yok: