Cuma'ya niyet Cumartesi'ye kısmet. Eyvah Eyvah 2'yi gösterime girdiği ilk gün izlemek istiyorduk ama yakınlarımızdaki tüm Cinebonus salonlarının dolu olduğunu öğrenince biz de Cumartesi gününe bilet aldık. Her zamanki gibi sinema öncesi Num Num'a oturduk, ama bu kez farklı olarak yanımızda annem de vardı. Yemeğimizi yedikten sonra Caffe Nero'da Hot Chocolate Milano'larımızı içtik (ve bunun da favori sıcak çikolatalarımdan biri olduğunu söyleyebilirim). Muhteşemdi! Gerçi sonradan Internet araştırmalarım sayesinde kendisinin yaklaşık 400 kalorilik bir bomba olduğunu öğrenerek büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ama olsun. O an kanımda dolaşan serotonin hissi yeter! (Ama ne yazık ki bir dahaki sefere suçluluk duymadan içemeyeceğim için bu da bu muhteşem lezzet sayesinde ilk ve son kez serotonin salgıladığım anlamına geliyor!)
Neyse, gelelim filme. Eyvah Eyvah'ların ilk filmini çok beğenmiş ve çok gülmüştük. Ne kadar çok olduğunu hatırlamak isteyenler buraya. İkincisinde o kadar da çok güldüğümü söyleyemeyeceğim. Ama aynı muhteşem oyunculuklar, aynı doğallık, Geyikli'nin o saf ve temiz doğası ve insanlarının yansıtıldığı zorlamasız ortam bu filmde de vardı. Bunların keyifli bir film için gayet yeterli unsurlar olduğunu düşünüyorum. Demet Akbağ, oyunculuğunu çok beğendiğim ve kendini her türlü farklı rolde de kanıtlamış (ve kanıtlayabilecek) olduğunu düşündüğüm oyunculardan biri olarak bu filmde de favorimdi. Ata Demirer'in tarzını, duruşunu, fikirlerini beğenirim ama genel olarak fazla karikatürize tiplemelerden çok hoşlandığımı söyleyemem. Ata da tipi ve canlandırdığı Hüseyin Badem karakteri ile çok başarılı olmasına rağmen bu anlamda sınıra yakındı diye düşünüyorum. Salih Kalyon'u bu filmde çok gülerek izledim. Bence dişsiz ve huysuz dede olarak en başarılı tiplerden biriydi. Sonuç olarak ilk hikayenin tamamlanması için bu güzel ekibin ikinci filmine de gidip güzel vakit geçirmenizi öneriyor ve Eyvah Eyvah'lardan aklımızda kalan Fasulye ve Karaçalı türküleri eşliğinde gerdan kırarak Pazar gününün etkinliğine geçiyorum.
Bu kez bir resim atölyesindeyiz. Atölyenin sahibesi güzel bir kadın eğitmen (Rüya), biri erkek (Yener) diğeri kadın (Neslihan) iki kursiyer ve bir de modellik yapan genç ve güzel bir kadın (İpek) var sahnede. Rüya, kocası Mehmet'ten boşanmak üzere. Hatta perde açıldıktan kısa bir süre sonra kocasının boşanma davalarına gitmek için onu almaya geldiğini görüyoruz. İkinci yarıda da perde aynı sahneyle açılıyor. Ama yaşam, yalnızca birkaç saniye farkla ilk yarıdaki gibi akmıyor bu kez. Tıpkı Sliding Doors filminde metroyu yakalamanın ve kaçırmanın yarattığı fark gibi bu oyunda da esen rüzgardan dolayı Cam'ın açılması ve açılmaması sonucunda ortaya çıkan farklı sonuçlara tanıklık ediyoruz. Dolayısıyla farklı farklı çözülmeler, çıkar ilişkileri ve sahtelikler dökülüyor ortaya her iki perdede de. Farklı karakterlerin ahlaki ve vicdani sorgulamaları ön plana çıkıyor. Levent Kazak'ın yazdığı bu sezonun taptaze oyunlarından biri olan Cam'ın günümüz ilişkileriyle ilgili sarsıcı gerçekleri ortaya koyarken gösterdiği cesaret ve oyuncuları hoşuma gitse de en beğendiğim oyunlar listesinde yer almayacağını üzülerek söylemeliyim. Oyunculuklar açısından en başarılı bulduğum isimler Dolunay Soysert ve Bülent Alkış oldu. İpek rolündeki Deniz Çakır'ı izlemek de çok keyifliydi. Dekor için de Barış Dinçel'i tebrik etmek gerektiğini düşünüyorum.
Oyuna neden bayılmadığıma gelince sanırım ikinci yarının fazlaca tekrardan ibaret olduğunu düşündüm. İkinci olarak esen rüzgara göre değişen yaşamlar fikrini beğenmeme rağmen birebir aynı durumları bir erkek ve bir kadın açısından izlemek yerine farklı durumlarda erkeğin ve kadının duygu ve düşüncelerine tanık olmak daha keyifli olabilirdi diye düşünüyorum. (Oyunu izlememiş olanlar dikkat, çünkü ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için dayanamayıp biraz spoiler vereceğim: ilk yarıda cam açılıp adamın ölmesinin ve kadının hayatta kalarak birtakım hesaplaşmalar yapmasının, kararlar vermesi ve duygusal buhranlar yaşamasının ardından ikinci yarıda cam açılmadığında adam da kadın da hayatta kalarak, belki boşanarak belki boşanmadan hayatlarına devam etseler ve üçüncü şahısları da kapsayan aynı hesaplaşmaları her ikisi de yapsalardı. O zaman aynı şeyi tekrar izliyormuşuz hissine daha az kapılırdık sanırım.) Bir de oyunlarda ve filmlerde küfür kullanımına hiç karşı değilim. Hatta küfür kullanımının gerekli olduğu ve yakıştığı durumlar vardır. Ama bu oyunda Yener karakterinin ağzından gereksiz yere bir-iki kez çıkan okkalı küfürlerin beni rahatsız ettiğini söylemeliyim. Bir resim atölyesinde durup dururken böyle küfürler duyacağımızı hiç sanmıyorum!
O yüzden 8 Ocak Cumartesi yaptıkları gala gecesinin hemen ardından 9 Ocak Pazar günü büyük bir beklentiyle gittiğim Cam oyununu çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Neyseki hiçbir sanat yapıtından hayatımı değiştirmesini, mucizeler gerçekleştirmesini ve olay yaratmasını falan beklemiyorum. Bana birkaç saatliğine de olsa farklı bir pencere açması yeterli. Bunu biraz da benim estetik sınırlarımla örtüşecek şekilde yaparsa değme gitsin keyfime. Yapmazsa da emek verenlerin ellerine sağlık derim. Zaten o yüzden de sanat etkinliklerinin hiçbirinin acımasızca eleştirilmesini doğru bulmuyorum. Beğenir ya da beğenmeyiz, ama başka birinin bakış açısını görmüş oluruz. Eh, o kişiye de "sen dünyayı niye böyle görüyorsun" diye kızma hakkımız olamaz değil mi?! (Siz bakmayın bu hakka sahip olduğunu düşünen pek çok densizin ortalıkta cirit atıyor olmasına! Elbette zihinler aydınlandıkça onlar da geldikleri gibi gideceklerdir!)
3 yorum:
Haklısın aslında 2. perdede ikisi de hayatta kalsa acaba daha keyifli olur muydu? Ama o zaman sırlar yine sır kalabilirdi belkide. Açıkçası beni de Mehmet karakterinin küfürleri rahatsız etti bir ara. Sırf komiklik olsun diye bazen küfrün abartıya kaçtığını düşünüyorum. Ama yine de dediğin gibi birkaç saatliğine keyif için gidiyorum ben de , sonuç olarak benim de yüzüm güleçti çıkarken oyundan :))
Eyvah Eyvah için de diyeceğim şudur aynennn katılıyorum, 1.de katılarak gülmüştüm, 2.nin başları biraz donuktu sonlara doğru gülmeye başladım ama gerçekten hepsi de oyunculukları başarılı insanlar, hepsi değişik bir tip karakter güzel oynamışlar ve insanın hakkaten Geyikli kasabasına gidesi geliyor :))
Nesobaby,
Geyikli'nin doğal ve sıcak bir şekilde anlatılmış olduğu konusunda sana kesinlikle katılıyorum. Bence ikinci filmin başrol oyuncularından biri de Geyikli'ydi zaten..:)
Bu arada hâlâ Aşk Tesadüfleri Sever'e gidip de hüngürdemedin değil mi? Takipteyim, ona göre!! :))
Yook daha gidemedim malesef :( gitcem ilk firsatta (umarim:)
Yorum Gönder