Eskilerden Bir Kitap & Bir Film

Üniversite yıllarında (belki de daha önce) aldığım ama okuyamadığım, bizimkilerin kütüphanesinde duran, en son yılbaşında İstanbul'a gelirlerken getirmelerini istediğim ve bir deneme daha yaparak bitirmeyi başardığım Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabıyla başlayayım. Milan Kundera'nın bu ünlü romanını ya ilk denemede başarısız olmamdan kaynaklanan bir önyargıyla ya çeşitli nedenlerle elimde çok uzun süre süründürdüğüm için yine çok keyifle okuduğumu söyleyemeyeceğim. Başlarda daha hızlı ilerledim ama sonlara doğru adeta "bitsin de başka kitaba geçeyim" diye okumaya başladığımı fark ettim. Sonunda bu hafta bitti. Tamam, var olmak için ağırlık yaratan bağlarımızdan ve yüklerimizden kurtulup hafiflememiz gerektiği fikrini sevdim, çok da güzel ifadeler not ettim defterime, birçok yerde Tereza ve Tomas'ın öykülerine kaptırdım kendimi ama tuhaf bir şekilde bu kitapla yıldızımız tam olarak barışamadı sanırım. Yine de not ettiğim şeylerden birini paylaşayım sizlerle. Yani Tomas'ın aşkla ilgili vardığı sonucu:

"Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda zıt tutkulardır. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu)."
Bu yazımla kitabı okumak için heyecan duymanızı sağlayamamış olabilirim. "Biraz daha detaylı bilgi alayım da ona göre karar vereceğim okumaya" diyenler Burcu'nun bloguna da göz atabilirler. :)

Bu hafta başında Aronofsky'nin eksik kalan Fountain (Kaynak) filmini de izledik. Üç farklı zamanda geçen filmi, bilim kurgu olduğu için Aronofsky filmleri arasında en son sıraya yerleştiriyorum. Yine de benim yaşlı teyzeler misali uyuklamadan izleyebildiğim bir bilim kurgu olduğuna göre birçok insan keyifle bile izleyebilir diye düşünüyorum. Geçmişte, bugünde ve gelecekte geçen hikayelerde aynı ölümsüzlük ve ölümsüz aşk arayışının anlatıldığı filmde Hugh Jackman'in oyunculuğuna bayıldım. Filmin en keyifle izlediğim bölümü ise "bugün"de geçen bölümü oldu. Diyorum size, beni yormayın öyle yüz yıl sonraki yaşamlarla, sönen yıldızlarla, dımdızlak uzaylı kafalarıyla falan. Bu arada James Cameron'ın Avatar'ı çekerken buradan da biraz esinlenmiş (!) olabileceğini düşündük (hani şu hassas tüycüklerle kaplı ağaçlar falan pek bir tanıdık geldi de günahını almayalım şimdi kendisinin). Aronofsky severler onun farklı bir tarzda çektiği bu filmi de izlemekten hoşlanacaklardır. Yine de bir Requiem for a Dream (Rüyaya Ağıt) ya da Black Swan (Siyah Kuğu) tadı beklemeyin derim.

İyi seyirler..

2 yorum:

burcupc dedi ki...

Hoop hemmen atladım buraya :))
Öncelikle VDH'nin okuyucu ile arasına bir mesafe koyduğunu düşünüyorum. Tomas'ın gerçek bir karakter olmadığını, bir bakıştan oluştuğunu, Tereza'nın da bir eğretilemeden doğduğunu söylemiş daha romanın başında Kundera. Sanırım yazdıklarının kendisi ile özdeşleştirilmesinden bunalmış.

Sonra, romanın kurgusunda Tomas ve Tereza'nın hayatı lineer şekilde işlenmemiş. Hatta romanın sonunu kitabın ortasında yazar bize sunmuş. Sabina ve Franz'ın hayat kesitlerinin de romanı bölmesi ile okuyucu-dostu bir kitap olmaktansa, okuyucuyu sayfalar arasında ileri geri hareketler yapmaya mecbur bırakmış.

Tekrar teşekkür ederim İmge. Bu arada Aranofsky'ye de bayılırım senin gibi. Tavsiyene uyup izleyeceğim.
Sevgiler

Imge dedi ki...

Asıl ben teşekkür ederim Burcu.. Kitaba neden bayılamamamın nedeni senin ikinci paragrafta yazdıkların sanıyorum. Hikayeye giremeden sayfalar arasında şöyle bir dolaşıp çıktığım nadir kitaplardan oldu ama en azından iyi niyetli bir deneme daha yapmış oldum! :))

Sevgiler..