Kadıköy & Moda Sokakları

Pazar günü sağlıklı bir Belgrad Ormanı yürüyüşü sonrasında erkekleri ayrı diyarlara gönderip Pazartesi annemle birlikte Kadıköy'de dolaşmak üzere yola düştük. Zaten sadece annem geldikçe gittiğimi fark ettim Kadıköy'e. Ama her seferinde o çarşı pazarının yayıldığı ara sokaklarına bayılıyorum o ayrı. Kadıköy de Beşiktaş gibi insanın her aradığını bulabileceği, dev bir açık hava çarşısı, ama her ne kadar Avrupa Yakası insanı olsam da Kadıköy'deki çarşı sokaklarının düzeni ve albenisinin Beşiktaş'tan açık ara önde olduğunu da kabul ediyorum. Hatta küçük Avrupa şehirlerinin butik gıda dükkanları ve pub'larla dolu ara sokaklarına benzeyen bir havası da var yer yer.


Her biri neredeyse Eminönü'ndeki Namlı kadar çekici görünen şarküterileri, itinayla sıralanmış Mercan tarzı bira+midye+kalamar+kokoreç mekanları, tertemiz ve özenli tezgahları olan balıkçıları (ve her biri adeta "al beni!" diye bağıran pırıl pırıl balıkları), çeşit çeşit unlu mamulün, şekerin, lokumun sıralandığı dükkanları, sahafları, sakatatçıları, aktarları, büfeleriyle Kadıköy yine kendimizi kaybetmemize neden oldu. Annem zaten ufak çaplı bir gıda kaçakçısı halinde dün evine dönebildi. :) Ama yurt dışında falan yaşıyor olsaydı o kadar kurabiye, peynir, helva, kıtır, pıtır ile hayatta uçağa binemezdi diye düşünüyorum. Favorimiz yine Beyaz Fırın'dı tabi. Ama Avrupa Yakası'nda şube açmayan Beyaz Fırın'a feci bozulduğumu da söylemeden  geçemeyeceğim. Bu kez yemek molamızı da Ekspres İnegöl Köftecisi'nde verdik. Tanımayan var mı? Yoktur sanırım. Ama yine de hani şu meşhur Baylan Pastanesi'nin yanındaki meşhur köfteci diye tarif edeyim. Buradan da bakabilirsiniz. Sonrasında yürüyerek Moda Çay Bahçesi'ne gittik.


Moda'da hafta arası ilk iş gününde hiçbir yerde bulunamayacak o huzurlu ortam eşliğinde çayımızı, kahvemizi  içip, sohbet ettik. Kitaplarımıza, kurabiyelerimize baktık ucundan azıcık. :) Annemin "dönerken çilek alalım, erik alalım, salata malzemesi alalım, balık alalım..." türünden çocuk gibi her gördüğü şeyi alıp evimize getirme ısrarlarına karşı kapı gibi direnebildim - çünkü onların hepsinin başıma kalacağını biliyordum. Gün boyunca havanın ne güzel olduğunu, güneşi, manzarayı övüp durduktan sonra dönüşte sahilden yürüyelim dedik. Merdivenlerden inerken henüz mutlu mutlu bahar dallarıyla resim çektiriyor ve baharın geldiğini düşünüyorduk ki aşağıda durumun hiç de öyle olmadığını acı bir şekilde anladık. Biraz yürümeye devam ettikten sonra çok sert ve şiddetli esen rüzgardan dolayı Keto olmamak adına önümüze gelen ilk merdivenden çıkıp yeniden sokak aralarına daldık. Ama güneşli olan Pazar ve Pazartesi günleri aslında ne kadar üşümüş olduğumuzu Salı gününü hafif dağılmış şekilde geçirdiğimizde anladık. Mayıs ortasında kaloriferler hâlâ yanarken her gördüğüm Güneş'e aldanmamam gerektiğini bilmem gerekirdi ama ben de bahar dalları gibiyim bu açıdan. Üzerime kar düşeceğini bile bile çiçeklenip, günümü görüyorum her bahar!

Gerçi Nisan ayının iki haftasını berbat geçirerek sıramı savdığımı ümit ediyorum ama artık bir an önce "Beni bu güzel havalar mahvetti" geyiği yapmak istiyorum, ona göre! Yukarıya duyurulur!

2 yorum:

Ful yaprakları dedi ki...

bu aralar her haftasonu gezimizden donarak dönüyoruz eve:((
her yerim tutuldu rüzgar yemekten, Mayıs'ın ortadındayız artık ne olacak bilemiyorum:))
Dediğiniz gibi yukarıya duyurulur:))
Bu arada pek keyifli bir gezinti olmuş;))

Imge dedi ki...

Ful,

Bu sene kış depresyonu uzatılmış formatta devam ediyor. Mayıs'ta kaloriferin yanması benim için başlı başına bir depresyon nedeni zaten! Umarım yazın sıcaklığı ve enerjisi de Aralık'a kadar sürer..:)