Efsane Hocamız ve Dipteki Çocuk

O bir efsaneydi... Bir ODTÜ efsanesi... Daha doğrusu bir ODTÜ İşletme efsanesi... ODTÜ İşletme'nin olay adamı... En sevileni, en nefret edileni, en korkulanı, en renklisi... Ama başına mutlaka "en" eklenecek pek çok özelliği olanlardan biri... Eminim yukarıda bir yerlerden emeğinin geçtiği tüm öğrencilerine bakarak gurur duyuyordur (benim gibi o bölümden mezun olup da çevirmenlik yapmaya karar verenler hakkında ne düşünüyordur bilemem gerçi :) ), çünkü o tüm İşletme bölümü öğrencilerinin üstün varlıklar olduğuna inanır ve öyle davranırdı. Elbette öyle düşünen biri olarak bizlerden beklentileri de çok büyüktü. Ama bu büyük beklentiler sizi korkutmaz, aksine kendinize daha da güven duymanızı, gururlanmanızı ve iyi hissetmenizi sağlardı.  

İşte 2006 yılında aramızdan ayrılan ve derslerine girme fırsatım olduğu için kendimi çok şanslı hissettiğim bu efsane adamın sağlığında başlayan kitap projesi, araya giren hastalık ve ne yazık ki ölüm süreciyle birlikte bir süreliğine rafa kaldırılmış. Yıllar sonra yeniden gündeme gelerek en sonunda basılan "O, Muhan Soysal'dı" kitabını okurken adeta yeniden Muhan Hoca'nın amfi derslerine dönmüş gibi hissettim. Sınıflarında yaşanan ve askerlik hikayeleri gibi abartılı görünen ama hepsinin son derece gerçek hikayeler olduğu öğrencileri tarafından çok iyi bilinen (!) o hikayeleri okurken o günleri hatırladım. Benim gibi zaman konusunda inanılmaz hassas ve her yere erken giden bir insanın Muhan Hoca'nın sınavının olduğu gün okul otobüsünün kalktığı saatte uyanıp apar topar son dakika okula yetişerek sınava girebildiğim o kabus günü hatırladım. O gün yaşadığım korku sanırım ömrümden birkaç yıl yemiştir, çünkü Muhan Hoca bu! Sınav saati 20:30 ise 20:31'de gelsen "Çık dışarı, uçak kalktı!" diyerek kovacaktır seni sınıftan! Dört yıllık ODTÜ tarihim boyunca tek geç kalma korkusu yaşadığım dersin de Muhan Hoca'nın dersi, hem de sınavı olması nasıl bir Murphy Kanunu örneğidir ama! 

Kitapta derslerden tanıdığımız Muhan Hoca'nın hiç bilmediğimiz yönlerini de öğreniyoruz. Haşarı gençlik yılları, "en büyük özgürlük mutlu bir evliliktir" diyebileceği kadar sevdiği ailesi ve ölümüne dek sürdürdüğü mutlu evliliği, Türk toplumundaki haset, ussallıktan uzaklık, kültür ve aydın olmak ile ilgili düşünceleri, solcu mu yoksa "kurt köpeklerini öğrencilerinin üstüne salan bir faşist (!)" mi olduğu, eğitim ve üniversitelerin nasıl olması gerektiği konusundaki düşünceleri ve daha pek çok şey anlatılıyor. Hiç tanımamış olsanız bile bu ezberbozan, yenilikçi, yaratıcı, kıpır kıpır küçük dev adamdan öğreneceğiniz çok şey olabilir. Tanıyanlar, namını duyanlar ve bir dönem dersine girmiş olanların ise kesinlikle okumasını öneriyorum bu Muhan Soysal derlemesini. 

İkinci önerim ise Dil Emeği kategorisindeki kitap seçmelerimden biri. Yani demek oluyor ki ellerimle çevirdim sizler için: Dipteki Çocuk. Everest Yayınları'ndan çıkan bu kitapta New York metrosunda gezintiye çıkacaksınız. Hem de on altı yaşında şizofren bir çocuk ile birlikte! Hımm, heyecanlı bir macera sizi bekliyor. Brooklyn'de yaşayan 1971 doğumlu yazar John Wray, ödüllü genç yazarlardan biri. Bu da onun üçüncü romanı. Metro trenlerine tutkun olan William Heller'ın, annesi ve Detektif Lateef peşindeyken çıktığı bu yeraltı gezintisinde gerçekle William'ın beyninin yarattıkları arasındaki o incecik sınırda gelgitler yaşarken soluk soluğa kalabilirsiniz. Ulvi yaşam amacını gerçekleştirmek uğruna "özel okulundan" kaçan William'ı nasıl bir son bekliyor dersiniz? Bu arada kitabın orijinal adı Lowboy. Uzun uğraşlar sonucu da Dipteki Çocuk isminde karar kıldık. Umarım William Heller'ı tanıdıktan sonra siz de bu ismin ona yakıştığını düşünürsünüz. Bu arada çeviri yaparken karakterlerle de feci bir yakınlık kurma durumu oluyor ki o da insanı mahveden bir şey. Hani o karakter için üzülüyor, seviniyor, ona acıyor, çevirirken bir yandan da içinizden "yapma bunu be William" ya da "a benim saftirik Will'im, inanırlar mı hiç sana?"  gibi şeyler geçiriyor, tir tir titreyen karakterin üstünü örtmek, acıktıysa yemek yedirmek falan istiyorsunuz. Bu hastalıklı durumu tedirgin edici ve hasta karakter William ile ilgili de hissettiğim oldu. (Ama ne olursa olsun Odell Deefus nezdimde ilk sıradaki yerini kesinlikle korumaya devam edecek. Pek sevmiştim keratayı ve pek üzülmüştüm başına gelen trajikomik şeylere.)

Neyse, sırada filmler mi olsa, tatil yazısı mı eklesem? Durun biraz düşüneyim... Kararımı bir sonraki yazımda öğreneceksiniz artık..:)

Keyifli okumalar..

4 yorum:

Bengi Özkan dedi ki...

Aaaaa, çok şaşırdım hemen kitabı okuyacağım...

Ben bile Mühendislik öğrencisi olmama rağmen ününden dolayı bir dersine misafir olarak girmiştim.

Anlattığı hikaye hala aklımda, o zaman bu hikayeyi çok utopik bulmuştum, oysa şimdi sıradan oldu...

Hikayeyi neden anlattığını hatırlamıyorum ama ABD'de bir adamın mutlu evliliği var birde ikiz kızları. Adam kendi kendine iki kızıda evlendirince istediğimi yapacağım diyor ve düğün sonrasında da alıp başını ailesini arkada bırakıp dağlara gidiyor..

Sevgiler,

Bengi

Imge dedi ki...

Bengi, bu hikayesini ben duymamışım hiç.. Neyle ilgili olarak anlatmıştı ki acaba merak ettim şimdi (kendi tarzı olmadığı kesin çünkü). Ama merak edip dersine girdiysen kitabı da ilginç bulacağını sanıyorum.

Sevgiler..

RiNd dedi ki...

Ben de sevgili Muhan Hocam'ın bir dersine geç kalma talihsizliğini yaşamıştım. O etkileyici ve ezici sesiyle beni kapıdan çevirmesini unutamıyorum. Muhan Hoca beni öyle bir haşlamıştı ki, iki kapılı amfinin kapıları arasında birkaç dakika donup kalmıştım :)

İyiki tanımışım onu, iyiki dersini alabilmişim, ışıklar içinde olsun hep!

Imge dedi ki...

RiNd,

Demek sen o korkunç deneyimi yaşayanlardansın!! Donup kalmak yine iyi, ben beni mimleme ihtimalinin bile korkusundan düşüp bayılabilirdim sanırım..:))

Pek tırstık zamanında ama pek de sevdik Muhan Hoca'yı gerçekten.. Kesinlikle ışıklar içinde olsun daima..

Sevgiler..