Yeni Delhi'de Bir Gün

Yeni Delhi, Hindistan'da en özelliksiz bulduğum şehir oldu desem yeridir. Ama artık Gazella Tur'a olan nefretimizin gezinin son gününde doruk noktasına ulaşmış olması, yollarda geçen bir haftanın yorgunluğu, sesimin hiç çıkmıyor olmasının etkisiyle öyle düşünmüş de olabilirim tabi. Sonuçta gezilerin çok bireysel ve öznel deneyimler olduğu konusunda hemfikiriz değil mi?

Hindistan’ın başkenti ve üçüncü büyük şehri olan Yeni Delhi aslında yeni ve eski olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Yeni bölümüne İngiliz eli değdiği de hemen belli oluyor. Geniş caddeler ve kaldırımlar, ağaçlı yollar, parklar, büyük oteller hep şehrin 20. yüzyılın başlarında inşa edilen bu yeni bölümünde.. Tarihi binalar ise şehrin eski bölümünde yer alıyor.

İlk durağımız Jama Masjid, yani Cuma Cami. Hindistan’ın en büyük camisi olan bu yapı Şah Cihan’ın yaptırdığı en önemli mimari eserlerden de biri. 1658 yılında yapılmış. 25,000 kişinin namaz kılabileceği bir avlusu, üç büyük giriş kapısı, dört kulesi ve 40 metre yüksekliğinde iki minaresi bulunuyor. Ana kapıdan içeri girerken ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekiyor. Bu yüzden yanınızda galoş bulundurmanız iyi olur. Bir de başınızı kapatmanız yetmiyor, üzerinize rengarenk pelerin gibi kumaş parçaları veriyorlar. Ancak o abuk subuk şeylere sarınınca kimseyi günaha sokmayacağımıza inanıyorlar demek ki! (Neyse, değişik ülkelerde kadınlarla ilgili çeşit çeşit inançlar var biliyorsunuz: örneğin, Arabistan araba kullanan kadın sayısı artarsa bekaretin kalmayacağına inanıyor; ya da yıllar önce Irak'ta El Kaide kadınların salatalık gibi "fikir verebilecek" sebzeleri seçmelerini yasaklamanın doğru olduğuna inanıyordu ve kuyruğu havada duran dişi keçileri öldürüyorlardı. Çok şükür, biz henüz hıyardan, arabadan falan nem kapacak durumda değiliz!)   


Buradan sonraki durağımız Red Fort, yani Kızıl Kale. 1648 yılında Şah Cihan tarafından yaptırılmış bir başka eser daha var karşınızda. Moğol İmparatorluğu'nun en güçlü yıllarında yaptırılmış olan bu kale de Agra Kalesi'ne çok benziyor. İçinde geniş bir bahçesi, mescidi, Divan-ı Aam, Divan-ı Has bölümleri bulunuyor. Özel devlet toplantılarında kullanılan Divan-ı Has'ın ortasında bir zamanlar tavuskuşu şeklinde bir taht bulunuyormuş. Zümrütler ve diğer değerli taşlarla süslenmiş bu taht, 1739 yılında Nadir Şah tarafından sökülerek İran’a götürülmüş.


Burayı da bitirdikten sonra biraz alışveriş molası vererek Janpath adı verilen ve sıra sıra dükkanın bulunduğu caddeye gidiyoruz. Burada çeşit çeşit örtü, şal ve diğer tekstil ürünlerinden, ahşap ya da bronz dekoratif eşyalar, masklar, tütsüleri takılar ve her türlü hediyelik eşyayı bulabilirsiniz. Elbette Hindistan'ın her yerinde olduğu gibi burada da sıkı bir pazarlık yapmayı unutmamanız gerekiyor. O kadar ki üzerinde 60 USD yazan ve harika Hindistan fotoğrafları ve bilgileri bulunan kocaman bir kitabı bile yaklaşık 20 USD'ye alabiliyorsunuz.  Ya da 100 USD'lik bir şalı 25 USD'ye alabilirsiniz. Ya da yaklaşık 15 USD'ye çift kişilik bir yatak örtüsü almanız mümkün.. Fiyatları fikir olsun diye belirtiyorum. Bir de burası dışında Yeni Delhi'de yaklaşık üç yıl yaşayan arkadaşımızdan öğrenip, zaman kalırsa gideriz diye not ettiğimiz ama gidemediğimiz yerlerden de bahsedeyim. Kutub Minaresi'ne yakın Dilli Haat güzel bir açıkhava pazarıymış. Connaught Place'in bizim Taksim Meydanı gibi canlı bir yer olduğu söylendi. Bir sürü de dükkan bulunuyormuş. Bir de Chandi Chowk adlı bir bölgesi daha varmış Cuma Camii'ne yakın. Burası da bizim Eminönü'ne benzeyen bir alışveriş yeri olup, daha çok kumaş almak için tercih ediliyormuş. Gitmeden önce siz de not etmek isterseniz aklınızda bulunsun.

Alışveriş molasından sonra Yeni Delhi'nin 15 km güneyinde yer alan Kutub Minaresi'ne gidiyoruz. Müslümanların Delhi’deki son Hindu kralını yenmesi şerefine 1193 yılında yapılan minarenin yüksekliği 73 metre, taban çapı 15 ve tepe çapı ise 2.5 metreymiş. Aslında beş katlı olan yapıda her katı balkonlar belirliyor. Ben sütunların üzerindeki işlemelere bayıldım. Bir de Hindistan'ın pek çok yerinde karşımıza çıkan bu kızıl kumtaşının rengini de çok sevdim diyebilirim.  


Güneşi de burada batırdıktan sonra otele dönerken yol üstünde India Gate'i görüyor ve ancak otobüsten fotoğrafını çekebiliyoruz. Parlamento'nun doğu ucunda bulunan 42 metre yüksekliğindeki bu yapı bir nevi zafer takı sayılabilir. 1. Dünya Savaşı’nda ve 1919 yılında Afganistan ile yapılan çatışmalarda ölen 90,000 Hint askerinin isimleri bu anıtın üzerine tek tek kazınmış.


Bir sürü tapınağın olduğu Yeni Delhi'de elbette hiçbirini göremeden otelimize dönecekken rehberimize yaptığımız baskılar sonucunda isteyenlerle bir tane Hindu Tapınağı gezilmesine karar veriyoruz. Bir gün önce de havaalanından gece 11'de otele gelip bir şeyler atıştırdıktan sonra yakınlardaki bir Sikh Tapınağı'nı görmek için çıkmıştık. Işıklarla süslenmiş olan Sikh Tapınağı, çünkü yaklaşık bir haftadır deva eden bir festivallerinin son günü olduğu için tapınak da ışıklandırılmış. İlk gününü de Jaipur'da yakalamıştık bu arada. Sağdaki ise tam da akşam ayini sırasında içini de gezme fırsatını bulduğumuz bir Hindu Tapınağı. İçeride farklı bölmelerde farklı Tanrıların heykelleri bulunan bu tapınakta fotoğraf çekimi yasak. İçeriye yine ayakkabısız giriyorsunuz. Bize her bölümle ilgili açıklamalar yaparak anlatan bir Hintli sayesinde içeride gördüğümüz heykel ve yazıların anlamlarını öğrendik. Ayrıca üçüncü gözümüz açılsın diye alnımızın ortasına kırmızı bir toz da sürdü aynı kişi. Ama bu turu bitiremeden tur otobüsümüze dönmek durumunda kaldık, çünkü serbest zamanımız bitmişti. 


Delhi'de bir sürü tapınak bulunuyor. Elbette en çok Hindu tapınağı var ama Bahai, Sikh, Budist, Jain tapınakları da her yerde karşınıza çıkacaktır. Gitmişken bunlardan birer örnek görmenizi öneririm. 

Yarınki yazıyla birlikte bu gezi yazısı dizisinin kapanışı yapacağım. Hindistan'la ilgili genel olarak bahsedeceğim birkaç konu daha var: trafik, alışveriş, yemekler, vs. Ondan sonra artık bir sonraki keşif diyarının hayaliyle İstanbul'u tam gaz yaşamaya devam! :)

Hiç yorum yok: