Geçen hafta hava güzelleşince bir süredir görmek istediğimiz sergileri görmek için Gizem'le attık kendimizi Beyoğlu'na. İlk durağımız şimdiye kadar bizi hiç hayal kırıklığına uğratmamış ve yepyeni genç isimlerle tanışmamızı sağlayan Akademililer Sanat Merkezi oldu. Balo Sokak No:37'de bulunan Akademililer'deki sergileri mutlaka takibe almanızı öneriyorum, çünkü burası birbirinden güzel sergilere ev sahipliği yapan bir yer. Bu kez Sinem Kaya'nın 15 Mart'a kadar devam edecek olan Kafes sergisini gezdik. '85 doğumlu genç sanatçının ikinci kişisel sergisi olan Kafes'in teması "aşk". Sanatçı, hikayeciliği, sanat tarihine referansları ve simgesel bir anlatımı kullanarak aşkın kendi dünyasındaki yerini günceli geleneksel olanla birleştiren ilginç bir dilde sorgulamış. Favorilerimden bazılarını aşağıdaki kolajda görebilirsiniz. Solda Bir Aşk Cinayeti görüyorsunuz. Sağ üstte Adem ve Havva, sağ altta ise Melankoli adlı çalışmalar yer alıyor. Daha pek çok tablonun yer aldığı bu harika sergiyi sakın kaçırmayın.
Buradan çıktıktan sonra Pera Müzesi'ne uğradık. Burada da 1 Nisan'a kadar devam edecek iki sergi başladı Ocak sonunda. İlki XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyılın başlarında İstanbul’da faaliyet gösteren fotoğraf ustalarının karelerinden oluşan ve çeşitli koleksiyonlardan derlenen Konstantiniyye'den İstanbul'a sergisi. Bir devrin İstanbulu'nu eşsiz kıyıları, çarpıcı yapıları, gündelik hayatı ve ilginç kişikleriyle gözler önüne seren bu sergide harika Anadolu Yakası fotoğrafları var.
Benim daha çok ilgimi çeken diğer sergi ise Sultanlar, Tüccarlar, Ressamlar adlı resim sergisiydi. Amsterdam Müzesi ile ortak bir çalışma sonucunda düzenlenen bu sergide, hem iki dünya şehri olan İstanbul ile Amsterdam’ın, hem iki ülkenin arasındaki tarihsel ilişkiler irdeleniyor. Sağ üstteki resim, Amsterdam Borsası'na Revaklardan Bakış adlı çalışma. Hemen altında yer alan tablolardan sağdaki Mektepte İlk Gün, soldaki ise Seçkin Bir Türk Kadınının Loğusa Odası'nın Hollandalı ressamlar tarafından yorumlanmış halleri. Sol altta iki sıra halinde gördüğünüz figürler sergideki kostümler serisinden seçtiklerim ve daha onlarcası var.
İlk iki katta müzenin kalıcı sergi bölümüne de hızlıca bir kez daha göz attıktan sonra kahve zamanımızın geldiğini fark ettik. Çıkmadan önce Osman Hamdi'nin şövalesine bol bol dokunarak bana da ondaki yetenekten bir miktar geçmesini diledim. Bu sırada çekilmiş güzel bir fotoğrafımın olmasını da dilemiştim ama sağ olsun Gizem sayesinde fotoğraf yerine flu bir renk hercümerci var elimde! Nedir benim bu bahtsızlığım sevgili okur? Birlikte en çok gezdiğim iki insanın ikisinin de fotoğraf konusundaki inanılmaz (!) yetenekleri gözlerimi yaşartıyor! Sayelerinde bilgisayarım İso ve Gizoş fotoğraflarıyla dolu ama aralarında adam gibi bir İmge fotoğrafı bulmak mümkün değil! Kendimi aynada çektiğim fotoğraflar da olmasa beğendiğim fotoğrafım yok bile diyebilirim. İş başa düşüyor anlayacağınız. :)
Neyse, artık bir kahve molası verip kendimize gelme zamanı...
Kahvelerimizi içerken Osmanlı Dönemi'nde yaşasak nasıl bir yaşamımız olsun isterdik diye düşünüyoruz. Ben kesinlikle saray hayatı çekemem diyorum. O muhteşem zenginlik, görkem falan bir yere kadar. Sürekli boyunduruk altında olmak, entrikalar, diken üstünde bir yaşam, sıfır özgürlük bana göre değil! En büyük eğlencesi sevdiceğiyle samanlıkta buluşmak olan bir köylü kızı olmayı bile tercih edebilirim o hayata diyorum. (İso'yla da buna benzer bir konuşma geçmişti aramızda. O da Saray'da yaşasaydım kellesi ilk gideceklerden biri olacağımı iddia etmişti. Hasbelkader belli bir yere kadar ulaşırsam da etrafımda kelle bırakmayabileceğimi eklemişti tabi. Ama müthiş idareciliğimle o noktaya ulaşmamın da çok zor olduğunu da eklemişti. :)) Sonra Facebook listemizdeki kız arkadaşlarımızla birlikte Harem'de yaşadığımızı düşünüyoruz. Ve bu senaryoyu geliştirmeden yok etmeye karar veriyoruz. Senaryonun ortaya çıkışı ve yok oluşu arasında geçen bu kısacık sürede bile çok gülüyoruz. Sonra Gizem beni Harem blogger'ı yapıyor. Neyi, ne kadar yazabilirdim, ne kadarına sansür uygulardım diye düşünüyoruz. Sonra günümüz dünyasının gerçeklerine dönüp birlikte işler kuruyor, tatillere çıkıyoruz. Laf lafı açıyor, sıcacık kahvelerle içimiz ısınıyor ve en sonunda bana da bunları yazmak düşüyor.
Keyif arşivine +1 daha! Daha ne olsun, değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder