Bu hafta sonu hava berbat olunca eve kapanıp üç film izlemeyi başardık. İlk izlediğimiz film Tehlikeli İlişki olarak Türkçeye çevrilmiş olan A Dangerous Method oldu. En başından beri konusu ilgimi çeken ve oyuncular arasında Keira Knightley'i gördüğüm için daha da merak ettiğim bir filmdi bu ve daha yeni izleyebildik. Benim "kitap film" olarak tanımladığım filmlerden biriydi Tehlikeli İlişki. Karakterler arasındaki diyaloglar sayesinde adeta bir psikoloji kitabı okumuş gibi olduk. Freud ile Jung'un meşhur mektuplaşmalarından da yararlanan film 1900'lerin başında geçiyor. O dönemin araçları, giysileri, insanları, yaşamları çok güzel yansıtılmış. (Hayal gücünü bize bırakmayan bir kitap diyelim o zaman.:) )
Filmin konusuna gelince: Sabina (Keira Knightley), hastası olarak Jung'a gelen genç bir kadındır. Jung (Michael Fassbender), genç kadını tedavi ederken Freud'un (Viggo Mortensen) tartışmalı yöntemlerinden birini uygular. Bu süreçte evli ve çocukları olan Jung ile Sabina arasında yakınlaşma doğarken, Jung ile Freud arasında fikirsel bir kopuş ve uzaklaşma yaşanır. Doğal olarak yaklaşık on yıllık bir süre içinde yaşananlar yaklaşık iki saatlik bir filme nispeten yüzeysel bir şekilde aktarılmış. Ve bence Freud ile Jung arasındaki ilişkide oldukça yanlı bir tavır alınmış. Freud bir ilah gibi sunulurken Jung'un da adeta bir şarlatan olmasına az kalmış. Hatta pek çok açıdan Jung en zayıf karakter gibi geldi gözüme. Hani bir Freudcu olan ben, Jung'u adeta cinci hoca falan gibi görmeye başlayacaktım ki bunun bir film olduğu aklıma geldi! Durumun gerçeği hakkında yeterince bilgim olmadığı için bu konuyu araştırılacaklar arasına alıyorum. Bu arada Vincent Cassel'in oynadığı Otto Gross karakterinin hastası olduğumu belirtmeliyim. Ben beğendim filmi. Ama "psikoloji kitabı gibi" tanımından hoşlanmayanlar çıkacaktır sanırım. :)
İkinci film Süpernova öncesi G-Mall'daki D&R turu sırasında İso'cumun kaptığı ganimetlerden biri oldu. 2001 yapımı eski bir film olan Juana La Loca, Çılgın Aşk olarak Türkçeleştirilmiş bir İspanyol filmi. 16. yüzyıl İspanya'sında geçen trajik bir saray hikayesi bu: aşık Kraliçe Juana'nın yaşam öyküsü. Yakışıklı ve çapkın Kral Felipe'nin yediği haltlar yüzünden çıldırma noktasına gelen Kraliçe Juana'yı Pilar Lopez de Avala canlandırıyor ve harika bir oyunculuk sergiliyor (pek çok İspanyol sineması ödülü de almış zaten). Filmin ilk yarısında "ay canım, ne kadar aşık kocasına, erkek milleti değil mi ayol, kral da olsa aynı işte, hem nasıl kral olduğunu sanıyorsun sen ezik herif, karın olmasa kral falan olamayacaktın, genç, güzel karın var, sana sürekli çocuk doğuruyor, sürekli seni yatağa atma derdinde, daha niye gözün dışarılarda a edepsiz!" falan gibi duygular içinde izlerken ikinci yarıda "yok şekerim, her şeyin fazlası zarar, olmaz olsun böyle aşk ayol, sen koskoca Kraliçe'sin ne diye muhatap oluyorsun elin cariyeleriyle falan, niye komik duruma düşürüyorsun kendini abuk subuk kıskandırma numaralarıyla, bir de adam dışında yönetmen gereken bir ülken var hani hatırlatalım, ay adam yaralı bereli ölüm döşeğinde hâlâ öpüyor kokluyor, bana fenalık geldi valla, arıza mısın kadın, bir çekil şu adamın üzerinden!" noktasına geliyorsunuz. Bence yeterince anlattım bu aşk hikayesini, ne dersiniz? :) Ama bana göre güzel bir dönem filmiydi. Saraylar, kaleler, kostümler, o dönemin Kastilyası... Sevdim.
İkinci film Süpernova öncesi G-Mall'daki D&R turu sırasında İso'cumun kaptığı ganimetlerden biri oldu. 2001 yapımı eski bir film olan Juana La Loca, Çılgın Aşk olarak Türkçeleştirilmiş bir İspanyol filmi. 16. yüzyıl İspanya'sında geçen trajik bir saray hikayesi bu: aşık Kraliçe Juana'nın yaşam öyküsü. Yakışıklı ve çapkın Kral Felipe'nin yediği haltlar yüzünden çıldırma noktasına gelen Kraliçe Juana'yı Pilar Lopez de Avala canlandırıyor ve harika bir oyunculuk sergiliyor (pek çok İspanyol sineması ödülü de almış zaten). Filmin ilk yarısında "ay canım, ne kadar aşık kocasına, erkek milleti değil mi ayol, kral da olsa aynı işte, hem nasıl kral olduğunu sanıyorsun sen ezik herif, karın olmasa kral falan olamayacaktın, genç, güzel karın var, sana sürekli çocuk doğuruyor, sürekli seni yatağa atma derdinde, daha niye gözün dışarılarda a edepsiz!" falan gibi duygular içinde izlerken ikinci yarıda "yok şekerim, her şeyin fazlası zarar, olmaz olsun böyle aşk ayol, sen koskoca Kraliçe'sin ne diye muhatap oluyorsun elin cariyeleriyle falan, niye komik duruma düşürüyorsun kendini abuk subuk kıskandırma numaralarıyla, bir de adam dışında yönetmen gereken bir ülken var hani hatırlatalım, ay adam yaralı bereli ölüm döşeğinde hâlâ öpüyor kokluyor, bana fenalık geldi valla, arıza mısın kadın, bir çekil şu adamın üzerinden!" noktasına geliyorsunuz. Bence yeterince anlattım bu aşk hikayesini, ne dersiniz? :) Ama bana göre güzel bir dönem filmiydi. Saraylar, kaleler, kostümler, o dönemin Kastilyası... Sevdim.
Gelelim son filme: Intouchables, nam-ı diğer Can Dostum. Her yerde "30 milyonun üzerinde izleyicisi olan Fransız filmi" diye lanse edilen film. Bu kadar izleyici çekmesine şaşmamak gerek çünkü içine Hollywood kaçmış bir yapım gibi bu film. Popüler kültüre hitap eden eğlencelik bir seyirlik. Sıkılmazsınız ama derinlik ve anlatım olarak afişindeki tek cümlenin -Güneşi göremedim diye ağlarsan yıldızları da göremezsin- ifade ettiği kadarını veriyor mu emin değilim! Yine de Omar Sy diye bir oyuncuyla tanışmış olduk sayesinde. Boyundan aşağısı felçli olan zengin Philippe'nin bakıcısı olarak işe alınan hapisten yeni çıkmış, siyahi, banliyö genci Driss'i canlandıran Omar Sy gerçekten rolüne çok gitmişti. Philippe'ninse (François Cluzet) o gülüşüne hasta oldum diyebilirim. Karı-koca duygularımız körelmiş olabilir, çünkü herkesin dediği gibi insanı inanılmaz mutlu eden, hayata dair harika mesajlar veren bir film olarak görmedik bu filmi. Hatta çoğu yerde "yok artık, bu kadarı da olmaz" dediğimiz oldu. Ama sonuçta bazı abartılı kısımları yok sayarsanız ve fazla beklentiyle gitmezseniz keyifle izleyebileceğiniz bir film. Gülüp, eğlenip, patlamış mısırınızla tadını çıkarıp, güzel birkaç saat geçirdikten sonra evinize dönmek isterseniz hafta sonu planınıza şu an vizyonda olan bu filmi de ekleyebilirsiniz.
Şimdiden iyi seyirler hepinize..
4 yorum:
Tehlikeli İlişki'yi ben pek beğenmedim, psikolojiyi sevmeme rağmen film rahatsız ediciydi bence, gerçi bu gerçeğin rahatsız edici olmasından kaynaklanıyor ama:) bu filmdem hoşlandıysanız Bir Cinayetin Psikanalizi isimli kitabı seveceğinizi tahmin ediyorum, Freud ve Jung^'un Amerika seyahatlaeri sırasında meydana gelen bir cinayeti konu alıyor.
Eren,
Kitabı not ediyorum. İnceleyeceğim. Severim gibi geliyor.. Aslında ondan önce kocaman bir Freud biyografisi okunmayı bekliyor ama göz korkutucu olduğu için henüz başlayamadık! :)
Vizyondan oldukça uzak kaldığım bir dönemdeyim ve geçen hafta, hakkında hiçbirşey bilmeden sadece afişine bakarak Can Dostum'a gittim. Fotoğraf ve filmin adı nedeniyle gözlerim ağlamaktan şişmiş bi şekilde çıkıcağımı düşünmüştüm salondan, ancak aksine oldukça eğlendim. Katılıyorum derin bir film değil ancak izlenebilir. Bu arada Tehlikeli İlişki'yi çooook merak ettim hemen izlemek istiyorum.
Havziş,
Bakalım Tehlikeli İlişki'yi beğenecek misin? IMDB notu 10 üzerinden 6.6, benim notum 7, ona göre..:)
Sevgiler.
Yorum Gönder