Salt Galata, Karaköy ve Beyoğlu

Cumartesi akşam üstü Wimbledon yarı finali biter bitmez attık kendimizi dışarıya. Zaten ancak kendimizi dışarı atabileceğimiz bir sıcaklık seviyesi oluşmuştu akşam altı buçuğa doğru. Uzun zamandır Karaköy'ün çehresinin değiştiğini, çok keyifli mekanlar ve sanat galerileri açıldığını falan duyuyordum ama henüz kendi gözlerimle görmemiştim bu değişimi. O yüzden İso'cumla birlikte önce Salt Galata'yı gezmeye, sonra da mini bir keşif turu yaparak yüreğimizin bizi götüreceği yerlere gitmeye karar verdik. 

Salt Galata, Bankalar Caddesi'nde yer alıyor. Eski Osmanlı Bankası'nın binası olan bu muhteşem, eski yapı harika bir şekilde yenilenerek bir modern sanat merkezi haline dönüştürülmüş. İçinde süreli ve kalıcı sergi alanı (nam-ı diğer Osmanlı Bankası Müzesi), video gösterim salonları ve harika bir restoranı (İstanbul Doors grubunun işlettiği Ca'D'oro) bulunuyor. İçiyle ilgili görseller Google'dan ama bana enteresan gelen tuvaletinden görüntü benden..:) 

Restoranı daha sonra denenecekler listesine alıp önce Osmanlı Bankası'nın kuruluşundan kapanışına kadarki öyküsünün anlatıldığı giriş katındaki Osmanlı Bankası Müzesi'ni gezdik. Bankanın tarihçesi ilginizi çekiyorsa linkten de okuyabilirsiniz diye düşünerek bu müzede neler görebileceğiniz konusunda bir fikir vermesi için aşağıdaki kolajı ekliyorum. Örneğin, bankanın tüm kayıtlarının tutulduğu bir Hesap Defteri var sağ üstte. Her ne kadar şu an bilgisayarsız bir banka ortamını aklımız almasa da bir zamanlar bankacılık kağıt-kalem ikilisiyle tutulan kayıtlardan ibaretti değil mi? Hemen altında gördüğünüz kara kalem çizimler bankanın yeni binasına taşınma görüntülerini tasvir ediyor. Çuvallarda paralar, hisse senetleri falan vardır herhalde. Günümüzde böyle bir taşınma düşünebiliyor musunuz? Ortada en üstte bankanın yeni binasının girişinde yer alan levhadaki Arapça yazıda  "Para kazanan Allah'ın sevgili kuludur." yazıyormuş. Ortada alttaki levha ise bankanın adının yazılı olduğu bir levha örneği. Tam ortada yer alan resimler o dönemler İstanbul'da geleneksel ve modern kesimlerin merkezleri sayılan Kapalıçarşı ve Rumelihisarı&Dolmabahçe gibi semtlerin görüntüleri. Modern Beyoğlu'nun Geleneksel Aksaray'a karşı yükselişi, o dönem çeşitli semtlerdeki Müslüman ve Gayrimüslim oranları ve bunların ticaretteki payları gibi pek çok istatistiksel bilgiye de ulaşmanız mümkün. En solda üstte ise bankanın elit müşterilerinden biri olan Osman Hamdi Bey'in resmi ve müşteri kartı bulunuyor. Solda altta yer alan kadın ise Osman Hamdi Bey'in eşi Naile (Marie) Hanım'mış ve bence pek de hoş bir kadınmış.:) Daha pek çok doküman, resim, dekont, levha, hazine bonosu, hisse senedi, dönem fotoğrafları ve hikaye bulabileceğiniz bu müzeye bir göz atın derim.


Burayı bitirdikten sonra 3. kattaki Aşı adlı süreli sergiye attık kendimizi ama bu serginin pek ilgimizi çektiğini söyleyemeyeceğim. Hatta salona girince bir an için İso'cumun Açılay'ın patlangoz performansını hatırladığını bile söyleyebilirim. :) Bitki aşılamanın ne olduğunu, nasıl yapıldığını, ne şekilde tutup tutmadığını, nehirleri ve havzaları anlatan sergiden ziyade o kattan görünen manzara çok daha etkileyiciydi. 


Ve elbette Atatürk'ün her alanda olduğu gibi çevre konusundaki yüceliğini de gözler önüne seren aşağıdaki gazete örneği serginin favorisiydi benim için:

Buradan çıktıktan sonra bir sürü şey yapıp, çok az fotoğraf çektiğim için anlattıklarımla yetinmek durumundasınız.:) Önce attık kendimizi sahile. Üsküdar vapurlarının kalktığı iskele boyunca bir sürü balık ekmekçinin ve cafeler ve balık restoranlarının sıralandığı sahil boyunca yürüdük. Sonra Namlı'nın olduğu sokaktan içeri girdik, yol üstünde gördüğümüz bir aynada kendimizi çektikten sonra Bej Kahve'ye kadar uzandık ve orada kısacık bir kahve molası verdik. Lokanta Maya, Karaköy Lokantası ve Liman Restaurant gibi adlarını duyduğum ama daha önce hiç gitmediğim yerleri görüp, hangisine ne zaman gidileceği konusunda İso'cumla mutabakata vardık. Kışın İso'cumun çok sevdiği Karaköy Lokantası'nda yazın da giriş görüntüsü hoşuma gitmese de methini çok duyduğum Liman'da bir rakı&balık yapmaya karar verdik. Maya ve Bej de belki bir İstanbul Modern turu sonrasında kız kıza yemek için gelinebilecek yerler diye düşündüm.  Sonra İso'cum ilk kez Karaköy-Tünel arasındaki trene bindi. Hayatın taksisiz ve arabasız da ne kadar kolay olabileceğini gördüğü anlardan biriydi ve buna bayıldı! :) Sonra Tünel Şenliği kapsamında meydanda ve İstiklal Caddesi boyunca pek çok yerde yer alan sokak konserleri kalabalığını yara yara Litera'ya attık kendimizi. Tabi ki Cumartesi gecesi saat 21.00'e doğru rezervasyonsuz giden bir çift için deniz manzaralı bir köşe yoktu. Biz de Galatasaray Lisesi'nin duvarlarına bakarak birer Bomonti içimliği beklemeye, yer açılmazsa da James Joyce'da ikişer Guinness atarak eve dönmeye karar verdik. Yer açılmadı ve biz James Joyce'un yaz dönemi olduğu için oldukça sakin ve klimalı, serin ortamında kararımızı uyguladık. Guinness'lere poppers ve çerezimiz de eşlik edince pek şükela oldu! :)


Litera ile James Joyce arasındaki kısa yürüyüşe bir de ayakkabı alışverişi sığdırdım a dostlar. Tabi az kalsın kendi ayakkabılarımı kaptırıyordum. Nasıl mı? Önce genç bir kızın "ay anne bunlar çok güzelmiş" dediğini duydum sonra bir baktım ki benim ayakkabı denerken çıkardığım sandaletlerim bir kadının elinde ve kadın satış elemanına "bunların numarası var mı?" diye soruyor. Kaç senelik sandaletlerim bir kıymete bindi ki sormayın. Gelir gelmez, silip parlatıp kutusuyla dolaba kaldırdım hemen. :)

Gecemiz Gayrettepe'deki İ&İ Pub'ın balkonunda geç saatlere kadar devam etti. Ve ben çok seviyorum böyle her şeyden bir parça olan bol sohbetli, yemeli-içmeli, keşifli ve elbette İso'lu hafta sonlarını..:) Haftanın kendisinin de en az hafta sonu kadar harika olmasın diliyorum...İyi haftalar hepimize!



3 yorum:

Benden Bizden dedi ki...

Osmanlı Bankası arşiv ve kütüphanesinde az zaman geçirmemiştim, yeri ve içi ne kadar güzeldi. Hele arşivdeki kitapların kokusu, burnuma geldi şimdi tekrar :)
Bunu bugün ikinci yazışım: İstanbul ve İzmirlileri kıskanıyorum walla, gezecek öyle güzel ve yakın yerleriniz var ki! :)

gülş dedi ki...

karaköy'e kadar gidip karabatak'ı es geçmeniz üzücü olmuş, sizi yazılarınızdan tanıdığım kadarıyla çok beğeneceğiniz bir kafe orası çünkü :) blogda falan yazmaya korkuyorum herkes bilmesin istiyorum, belki aslında siz de öyle yapmışsınızdır :)

sevgilerimle

Imge dedi ki...

Benden Bizden,

Sana katılıyorum.. İlkbahar-yaz döneminde ben de İzmirlileri kıskanıyorum doğrusu.. Onun dışında buralar alternatif bolluğu açısından güzel gerçekten.. Seni de transfer edelim buraya derim..:)

Gülş,

Teşekkürler bu güzel öneri için. Bilmiyordum, dediğim gibi acemisiyim oraların. Ciddi anlamda ilk keşif turumuzdu hatta. Aman kimse duymasın diyerek not ediyorum Karabatak'ı ilk denenecekler listesine..:)

Sevgiler..