Eylül

Türk edebiyatının ilk psikolojik romanı diye bildiğimiz Mehmet Rauf'un Eylül romanını okudum ve bir noktaya kadar platonik aşkın keyifli olabileceğini düşünen benim bile içim şişti! Bakış bakış nereye kadar yahu? Sayfalarca bakışarak birbirlerine duygularını aktaran Suad ve Necib'e "hadi artık, açılın birbirinize" diye diye son sayfalara kadar geldim ama nafile. Neyse, size kısaca hikayeyi anlatayım..

Suad ve Süreyya evliler. Siz de benim gibi ilk sayfalarda Suad'ın erkek Süreyya'nın kadın olduğunu düşünürseniz Necib'in cinsel yaşamıyla ilgili farklı bir intibaya kapılabilirsiniz, ama düşündüğünüz gibi değil. Önce bu konuda netleşelim: Suad kadın, Süreyya erkek. Bunların mutlu bir evliliği var. Tabi Süreyya'nın ailesinin yanında yaşamak gibi önemli bir mutsuzluk nedenleri de var ama romanın başında Suad'ın babasından gelen para desteğiyle o evden, yani kayınvalideden, despot kayınpederden, kötü niyetli görümce Hacer ve yalaka kocasından kaçarak kendilerine Boğaziçi'nde bir yalı dairesi tutuyorlar. Artık değmeyin gitsin keyiflerine. İlkbahar ve yaz harika geçiyor onlar için. Yalıda baş başa hayat çok güzel. Bağlarda, bahçelerde yürüyüşler, sandal sefaları, balığa çıkmalar, balkonda manzaraya karşı keyif çatmalar, Suad'ın piyanosundan yükselen ezgiler, Süreyya'nın tekne merakı... Vee elbette bu ikilinin yaşamına renk getiren dostları Necib'in varlığı. Necib, müzmin bekarlardan. Evliliğe sıcak bakmıyor. Beyoğlu'nda her davette, eğlencede o da var. Dışarıdan bakınca eğlenceli, dopdolu, renkli görünen bu yaşamı  içinde  sayısız kadınla  da ilişkisi olmuş. Ama bar filozofunun dediği gibi "çok kadın hiç kadındır" sözünün doğruluğunu kanıtlarcasına yapayalnız kalmış ve bu hayatı artık bomboş bulmaya başlamış bir genç adam. Süreyya'nın dostu olarak bu çiftin evine çok sık gelip gitmeye başlıyor. O sırada onların evliliğine imrenerek bakmaya, aralarındaki uyumu gözlemeye, evlenecekse ancak Suad gibi temiz, dürüst, numarasız ve sevecen bir kadınla evlenebileceğine karar veriyor. Sonra iç dünyasında işi bir adım daha ileri götürerek Suad'a iyiden iyiye aşık olmaya başlıyor! Baş başa kaldıkça kocasının bencilce kendi zevkleri dışında başka bir şeyle ilgilenmediğini , ortak bir zevkleri olmadığını fark ederek yalıda boşluğa düşen Suad ise etrafına bakınırken Necib'in bu ilgi dolu gözleriyle karşılaşıveriyor. İşte ondan sonra olan size oluyor, sevgili okur. Bunlar bakışa bakışa sizi ruh hastası ediyorlar artık. Bakışarak sayfalarca şey anlatıyorlar birbirlerine ama toplasan iki cümle laf etmiyorlar. Bir de üstüne yazın güzel günleri bitip sonbahar bunalımı geliyor ki artık ondan sonrasını bir ufak açıp okumaya devam edebilirsiniz, yakışır yani.:) 

Bense İso'cumun maçta olduğu bir akşam buz gibi bir bira eşliğinde okudum bu aşkın hazin öyküsünün son sayfalarını:


Ama böyle dediğime bakmayın, sevdim ben bu romanı. Aşkın yapısı itibariyle içimi sıktığı yerler oldu ama karakterlerin iç dünyalarını çok güzel anlatmış Mehmet Rauf. Elimdeki baskı imla yanlışları ve yer yer anlaşılmaz cümlelerle dolu berbat bir kopya olsa da sevdim bu romanı. Okunması gereken klasiklerden biri olduğunu düşünüyor ve bilinen bir yayınevi baskısını alıp okumanızı tavsiye ediyorum. İçinizi bunaltacak -ama iyi yönünden bakacak olursanız sizi aşka inandıracak- bir sonu olduğunu da baştan söyleyeyim.

Bol kitaplı, keyifli bir hafta diliyorum hepinize...


2 yorum:

Sinem Ergun dedi ki...

ya çok şeker anlatmışsın İmge, okuyacağım yoktu kasevtini bildiğimden ama kitabı gözümde başka yere taşıdın. Ben de tanzimat dönemi yazarları okumayı severim hatta geçen gün Sergğzeşti bitirdim, o dönem inanları ve yaşayışları çok farklı ve sevimli burdan bakınca ama bizim hızlı ve sabırsız yaşamımızla kıyaslanınca pek içselleştirmeiyosun kendini onlarla, yine de o dönemi seviyorum:)

Imge dedi ki...

Sinem,

:)) Anlattığım kadar sevimli bir kitap değil tahmin edersin ama yine de tuhaf bir şekilde sevdim işte. O dönemleri okumayı ben de çok seviyorum, belki de ondandır. Yine de sinirlerin sağlamkn okumanı öneririm.:)