Bu sene ilk kez böyle bir bienal düzenleneceğini sanırım Eylül ayı içinde İKSV'nin Twitter hesabından öğrenmiştim. İçeriğini bilmesem de açılır açılmaz gezmeye karar vermiştim zaten. Ne de olsa içinde "tasarım" kelimesi geçiyor ve İKSV tarafından düzenleniyor, kesinlikle iyi bir şeydir! Bir de bunun üzerine Vitra'nın yine Twitter üzerinden düzenlediği yarışmayla üç hafta boyunca 10'ar kişiye çift kişilik sınırsız kullanım hakkı olan davetiyeler vereceğini öğrenince katılmasam olmaz dedim. Sorun bakalım sorunuzu dedim. :) #tatilyeridediğin dediler, ben de "#tatilyeridedigin bedenen ve ruhen sıfırlanmış bünyeyi yeniden 100% enerji seviyesine getiren bir şarj istasyonudur" dedim. Ve jürinin beğendiği yanıtlardan biri olarak davetiye kazanan ilk 10'lu gruba dahil edildim. Sınırsız giriş, ön gösterime katılma, rehberli tur gibi ayrıcalıklar sağlayan davetiyem de geldikten sonra sıra günü planlamaya geldi.
Cumartesi'yi sergiler ve sahaflarla geçiren İso'cumdan Pazar günü "hadi Tasarım Bienali'ne gidelim" teklifi duymayı beklemiyordum, ama hayat güzel sürprizlerle dolu işte! :) Ve Pazar günü öğleden sonrayı Tasarım Bienali'nin İstanbul Modern'de bulunan ve küratörlüğünü ünlü mimar Emre Arolat'ın üstlenmiş olduğu Musibet bölümüne ayırdık. Bayram sonrasındaki bir hafta sonu da Galata Rum Okulu'ndaki Adhokrasi bölümünü gezeriz dedik. Tasarım Bienali deyince aklınıza değişik tasarım ürünlerinin sergilendiği bir bienal geliyorsa yanılıyorsunuz. Tasarım Bienali’nin teması Kusurluluk / Imperfection. Böyle bir tema için İstanbul'dan daha güzel bir örnek olabilir mi? Kusurlu ama enerjik, dinamik, ilham veren, yaratıcı potansiyeli yüksek bir şehir İstanbul. Tema, şehir, mimar bir küratör ve Musibet başlığını bir araya getirdiğinizde Tasarım Bienali'nde nelerle karşılaşacağınızı az çok anlamış oluyorsunuz. Bu bienalde büyük "kentsel dönüşüm" planları ya da birbirinden "havalı (hatta çılgın!) projeler" adı altında plansız, programsız, mantıksız, pek çok değeri yok etmek, insana ve doğaya zarar vermek pahasına yapılan zevksiz ve yersiz tasarım etkinlikleri sorgulanıyor. Ve inanın içeride sizi harika çalışmalar bekliyor!
İçeride çok tatlı, dersine çok iyi çalışmış olduğu belli, eserler konusunda çok bilgili, güler yüzlü, gencecik rehberimiz Cansın ile tanışıyor ve sergiyi onunla birlikte geziyoruz. İyi ki de öyle yapıyoruz, gerçekten elinizdeki kitapçığın ya da kapı girişlerinde yazan açıklamaların çok daha fazlasını çok daha anlaşılır bir şekilde öğrenebilirsiniz rehberinizden. Tavsiye ediyorum.
Her bir odada ayrı bir hikaye var, o yüzden bienali anlatmak imkansız, görmeniz gerek. Bir sürü enstalasyon ve fotoğraf & video çalışmasının olduğu bienalde fotoğraf çekmek serbest. Ama görmeden anlamanın çok mümkün olmayacağını düşünerek fazla fotoğraf çekmedim. Yine de birkaç fotoğraf ekleyeyim hadi.
En çok aklımda kalanları kısaca anlatacak olursam:
- Deplase adlı çalışma.. Özden Demir ve Sinem Serap Duran'ın toplumsal bellek kaybının farklı durumlarına odaklandıkları video çalışması. Deprem sonrasındaki yıkıntılar arasından çıkardıkları eşyalarla oluşturulan o kulübe videosu etkileyiciydi..
- Bir kısmını yukarıda sağ altta gördüğünüz Olağanaltı adlı enstalasyon çalışması. Kentin ancak pek çok farklı zamanda, farklı yerlerden deneyimlenerek anlaşılabilecek bir yapı olduğunu ve durağan ve ikonlaşmış imgeler üzerinden kavramanın olası tehlikelerinin altını çiziyor.
- 40 Nasihat Made in İstanbul odasındaki fotoğraflar tek tek incelenmeli! Süperler ve hepsi de sadece bize özgüler. Ne demek istediğimi birkaç örnekle anlatayım: aynı binada bir düğün salonu, yanında çiğ köfteci, üst katında kuaför ve en üstte de halı saha görebileceğiniz başka bir ülke var mıdır bilmiyorum? Ya da üst geçidin geçidi yok olmuş ama kaldırımlarda boşluğa uzanan merdivenler halen duruyorsa bilin ki vatan toprağındasınız! :)
- Ali Taptık'ın Osmanbey'in tekstilcilerin merkezi olmasıyla birlikte semtte yaşanan dönüşümü anlattığı Giyinmek ve Giydirmek Üzerine de güzel bir çalışmaydı. Sürekli göz önünde olan kusurluluğu bir süre sonra yadırgamamaya başlıyoruz sanırım. Osmanbey'deki çoğu iş yeri vitrini, son iki katı konut olarak kullanılan binaları görünce bunu düşündüm.
- Ebru Salah, Kentsel Kılık projesiyle biçki-dikiş terimlerini kente uyarlamış. Altta ortada gördüğünüz üzere İstanbul haritasını bir giysi gibi tasarlamış ve örneğin bağlantı noktası olan köprüleri şeritler dikerek göstermiş.
- Can Yalman'ın Meydandaki Tepki adlı video çalışması da süperdi. İstanbul'un çeşitli noktalarına yerleştirilen tasarım bir koltuğun başına gelenler ve vatandaşın tepkisi anlatılıyor değişik ekranlarda. Ya da tepkisizliği mi desem?
- Ve çıkışta sizi uğurlayan aşağıdaki çalışma: İnşaat Ya Resululullah! Aydan Çelik'in bu çalışması için açıklamaya gerek var mı? Bence hiç yok, ama koca bir alkış hiç fena olmaz, değil mi?
Çıkışta Ben Başkan Olsam interaktif uygulamasına da mutlaka katılın derim. Ortada her birinde ayrı bir soru bulunan şemsiyeleri göreceksiniz zaten. İstanbulkart'ınızı okutarak "eğer belediye başkanı olsaydınız, ne yapardınız?" diye düşünerek o soruların hepsini yanıtlayın. En sonunda başkan olarak profilinizi öğreneceğiniz ekrana da kartınızı okutun ve sonucun yazdığı rozetinizi alın. Benim yüz kızartıcı sonucumu merak edenler buraya! Ben de çaktırmadan eleştirdiğim bu düzenin bir parçası olmuşum dostlar! :)
Neyse, çok uzattım yine. Tasarım Bienali 12 Aralık'a kadar devam ediyor. Mutlaka gidin derim. Bakarsınız belki bir hafta sonu Galata Rum Okulu'nda karşılaşırız bile. Olamaz mı, olabilir..:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder