...düştük yollara. Hem de tam 21 Aralık günü! Hem de İstanbul'da kar çilesinin yaşandığı günün sabaha karşı bir saatinde. Hem de İso'cumla ayrı uçaklara binerek. Neyse ki herkesin "Allah akıl fikir versin" yorumlarını ve uyduruk bir kar sonrasında metrosu bile izdihamdan kapanacak hale gelerek işkenceye dönüşen megakentimizi geride bırakıp içime huzur veren şu manzarayla karşılaşır karşılaşmaz içimdeki "acaba?" sorusu "iyi ki" ile başlayan net bir yanıta dönüştü.
İso'cumun Hannover'de 21 Aralık günü toplantısı olacağı haftalar öncesinden belliydi. Bu arada aramızda güzel bir fırsat bileti yakalayıp Christmas coşkusunu iki üç günlüğüne de olsa Avrupa şehirlerinden birinde geçirsek mi diye de konuşuyorduk. Son hafta bu ikisini birleştirerek "kıyamet" hafta sonunun planını yapmış olduk. Birlikte Hannover'e gidecektik. Sonra İso "Sen neden Hannover'e gelip zaman kaybedesin ki? Hamburg'da kalalım, ben toplantımı bitirip trenle akşam Hamburg'da olayım. Sen de direkt Hamburg'a gidip, otele yerleşir, gün kaybetmeden keşfe başlarsın," dedi. Normal bir tarihte bayılarak atlayacağım bu öneriye ilk önce içimdeki batıl itiraz etti. Düşünsenize: kıyamet günü uçtuğumuz yetmiyormuş gibi bir de karı-koca ayrı uçaklarda gitmek! Ayrıca dijital kıyamet de olabilir, haberleşme kesilir, trenler, uçaklar çalışmaz, oralar buz tutmuştur, falan filan... Ama sonra her zaman en dominant olan realist aslım ortaya çıkarak duruma tek kelimeyle el koydu: "Saçmalama!" Haklıydı da.. Madem kıyamet geyiğine inanmıyorum, o gün ayrı uçmak fikrine neden sıcak bakmıyorum. Aldım Hamburg biletimi. İso da Hannover biletini aldı. Benden 50 dakika önceydi uçağı, o yüzden havaalanına birlikte gittik. Onu uçağa yollarken içimdeki batıl bir an için su yüzüne çıkar gibi olsa da uçağa biner binmez sadece bilmediğim bir yere giderken hissettiğim o heyecanlı coşku duygusuyla doluydum. Oya Baydar'la ve kahvemle birlikte de zaten bambaşka bir dünyaya geçtim üç saatliğine..
İner inmez de bayıldığım Alman sisteminin ve düzeninin içine düştüm zaten. Gitmeden önce yeşil S işaretini takip ederek beni havaalanından Hauptbahnhof'a (yani Central Station, yani Merkez Tren İstasyonu'na) götürecek trene binmem gerektiğini öğrenmiştim zaten. Bunun dışında pek bir bilgiye ihtiyacınız yok, neredeyse trene adımınızı atacağınız yere kadar okları takip ederek gidebiliyorsunuz. Biletleri ya otomatlardan ya da benim yaptığım gibi Tourism Information'dan (şehir haritasını alıp şehir içi ulaşım bilgilerini de öğrenerek) alabilirsiniz. 2,85 EURO vererek 25 dakika içinde şehrin merkezinde oluyorsunuz. Buradan zaten her metro hattı geçiyor. Bizim otelimiz Park Hyatt Hamburg'un ise buraya 7 dakika yürüme mesafesinde olduğu yazıyordu web sayfasında.
7 dakika! Türk usulü tariflerde asla kendine yer bulamayacak bir zaman dilimi değil mi? :) İso'cum da benim dakikliğimi ve zaman konusundaki hassasiyetimi en iyi bilen kişi olarak bana "sen burada yaşasan kendine benzer bir sürü ruh hastası arkadaşın olurdu.. Birbirinize '15.42'de buluşalım mı?' falan der, sonra 'kusura bakma ya, 15.44'te gelebileceğim galiba' diyerek gecikeceğinizi bildirirdiniz!" diyerek dalga geçti hafta sonu boyunca. Laf aramızda İso'cum Türk usulü zaman mevhumuna sahiptir: yani "Abi üç gibi buluşuyoruz, değil mi?" diye konuşurlar ve 15:45'e kadar buluşmaya katılan kimseyi de yadırgamazlar. Ya da "beş dakikaya işten çıkıyorum, yarım saate yemek yeriz," diyen ortalama bir İso'nun eve 1,5 saat sonra gelmesi hiç şaşırtıcı değildir! :)
Neyse, biz otelimize gelelim. Park Hyatt Hamburg, Mönckebergstrasse üzerinde yer alan Levantehaus alışveriş merkezinin içinde bulunan bir şehir oteli. Yani kaldığımız yeri ve semti kısaca şöyle tarif edebilirim: Teşvikiye'deki Sofa Hotel gibi düşünün. Adım attığınız anda cıvıl cıvıl bir alışveriş caddesi üzerindesiniz. Yeri inanılmaz merkezi. Hava güzel olsa her yere yürüyerek gidilebilir, ama ikinci ve üçüncü gün buz gibi olduğundan Liman bölgesi için metroya binmeyi tercih ettik. (Günlük sınırsız metro biletleri 5 EURO, tek kullanımlıklar 1.40 EURO bu arada. Yerinizin ne kadar merkezi olduğuna bağlı olarak tercihinizi yaparsınız.) Otelin kahvaltısından, temizliğine, ikramlarından, güler yüzlü servislerine kadar her şeyinden çok memnun kaldık. Tavsiye ederiz.
Yukarıdaki kolajda sol üstte Levantehaus'un girişini ve orta altta ise içini görüyorsunuz. Her yer gibi burası da harika süslenmişti. Elbette girişte de kocaman çam ağacı bizi karşılıyordu.
Christmas süslemelerinden ve pazarlarından ayrıca bahsedeceğim ama son olarak şunu söylemezsem olmaz. Her şey o kadar zevkliydi ki, estetik anlamda mest oldum diyebilirim. (İyi ki Christmas gibi bir geleneğimiz yok diye de içimden geçirdim. Güzeller güzeli Köprü'yü bile ışıklandırmayı beceremeyen bizler için her yerin süslenmesi görsel kıyamet olabilirdi!) Yukarıda gördüğünüz çam ağacındaki mumlar bile gerçek mum ışığı yansıması veren minik led ampullerle yapılmıştı. Ancak yanına gidince ateş olmadığı fark edilen ve mumun o sıcak, hareketli ışığını yansıtacak şekilde. Binalar, mağazalar, restoranlar ve pazarlardaki her detaya hayran kaldım. Güzele bakmak sevapsa eğer, ben Hamburg'da bol bol sevaba girdim geçtiğimiz hafta sonu, çünkü canlı ve cansız her şey, herkes ışıl ışıldı! Ve ben bu güzellikleri görebildiğim için bol bol şükrettim...
7 dakika! Türk usulü tariflerde asla kendine yer bulamayacak bir zaman dilimi değil mi? :) İso'cum da benim dakikliğimi ve zaman konusundaki hassasiyetimi en iyi bilen kişi olarak bana "sen burada yaşasan kendine benzer bir sürü ruh hastası arkadaşın olurdu.. Birbirinize '15.42'de buluşalım mı?' falan der, sonra 'kusura bakma ya, 15.44'te gelebileceğim galiba' diyerek gecikeceğinizi bildirirdiniz!" diyerek dalga geçti hafta sonu boyunca. Laf aramızda İso'cum Türk usulü zaman mevhumuna sahiptir: yani "Abi üç gibi buluşuyoruz, değil mi?" diye konuşurlar ve 15:45'e kadar buluşmaya katılan kimseyi de yadırgamazlar. Ya da "beş dakikaya işten çıkıyorum, yarım saate yemek yeriz," diyen ortalama bir İso'nun eve 1,5 saat sonra gelmesi hiç şaşırtıcı değildir! :)
Neyse, biz otelimize gelelim. Park Hyatt Hamburg, Mönckebergstrasse üzerinde yer alan Levantehaus alışveriş merkezinin içinde bulunan bir şehir oteli. Yani kaldığımız yeri ve semti kısaca şöyle tarif edebilirim: Teşvikiye'deki Sofa Hotel gibi düşünün. Adım attığınız anda cıvıl cıvıl bir alışveriş caddesi üzerindesiniz. Yeri inanılmaz merkezi. Hava güzel olsa her yere yürüyerek gidilebilir, ama ikinci ve üçüncü gün buz gibi olduğundan Liman bölgesi için metroya binmeyi tercih ettik. (Günlük sınırsız metro biletleri 5 EURO, tek kullanımlıklar 1.40 EURO bu arada. Yerinizin ne kadar merkezi olduğuna bağlı olarak tercihinizi yaparsınız.) Otelin kahvaltısından, temizliğine, ikramlarından, güler yüzlü servislerine kadar her şeyinden çok memnun kaldık. Tavsiye ederiz.
Yukarıdaki kolajda sol üstte Levantehaus'un girişini ve orta altta ise içini görüyorsunuz. Her yer gibi burası da harika süslenmişti. Elbette girişte de kocaman çam ağacı bizi karşılıyordu.
Christmas süslemelerinden ve pazarlarından ayrıca bahsedeceğim ama son olarak şunu söylemezsem olmaz. Her şey o kadar zevkliydi ki, estetik anlamda mest oldum diyebilirim. (İyi ki Christmas gibi bir geleneğimiz yok diye de içimden geçirdim. Güzeller güzeli Köprü'yü bile ışıklandırmayı beceremeyen bizler için her yerin süslenmesi görsel kıyamet olabilirdi!) Yukarıda gördüğünüz çam ağacındaki mumlar bile gerçek mum ışığı yansıması veren minik led ampullerle yapılmıştı. Ancak yanına gidince ateş olmadığı fark edilen ve mumun o sıcak, hareketli ışığını yansıtacak şekilde. Binalar, mağazalar, restoranlar ve pazarlardaki her detaya hayran kaldım. Güzele bakmak sevapsa eğer, ben Hamburg'da bol bol sevaba girdim geçtiğimiz hafta sonu, çünkü canlı ve cansız her şey, herkes ışıl ışıldı! Ve ben bu güzellikleri görebildiğim için bol bol şükrettim...
5 yorum:
Süper yapmışsınız, Christmas zamanı gitmek lazım, görmek lazım, içimiz açılsın diye sırf! Malesef Almanya beni hiiiiç çekmiyor. Yine de merakla bekliyorum yazılarını :)
Sevgiler, mutlu yıllar!
Ben de cumartesi gidiyorum Bremen-Hamburg-Hannover :)
Yazını okuyunda bi heyecan geldi üzerime :)
Benden Bizden,
Almanya beni de çekmezdi ama artık çekiyor sanırım. Berlin ve Münih'i de görmek istiyorum mümkünse.. Ya da belki de yabancı olan her yer beni çekiyordur, bilemiyorum..:) Ama neresi olursa olsun Aralık ayı bu ışıltıyı yaşamak için güzel bir dönem..
Sevgiler.
Muzurella,
Aa, şimdiden iyi yolculuklar o zaman.. Hannover ve Bremen'i senden dinleyeceğiz desene..:)
Sevgiler.
Bir sanatsever olarak Berlin'e mutlaka gitmelisin o zaman. Münih de çok canlı, çok şık bir şehirdir ve noel zamanı özellikle tavsiye edilir. Almanya'daki düzen ve dakikliğe ayrıca hayranım. Sık sık gitmemek de yarar var muhtemelen yoksa buraya alışmak zor olabilir :)
Işın,
Kesinlikle katılıyorum! Zaten genel olarak Avrupa'da birçok yerden dönünce yaşanan bunalım Almanya dönüşlerinde daha da feci hissedilebilir. Yine de sık sık gitmeye ve o havayı solumaya ve buraya dönünce sürekli "keşke" diye bir şeyleri içimden geçirmeye devam etmek isterim.
Sevgiler..
Yorum Gönder