Geçen hafta 13 Nisan Cumartesi'den 17 Nisan Çarşamba'ya kadar Ankara'daydım. Instagram'dan takip edenler dolu dolu bir dört gün geçirdiğimi fark etmişlerdir. Oysa o kadar çok eksik kaldı ki. Görmek istediğim insanlar, gezmek istediğim Cermodern, Kale, Hamamönü, vs... Olsun, n'apalım. Ankara hep böyle eksik kalacak bizim için çünkü hep belli bir gündem için gidiliyor ve zaten az gördüğümüz ailelerimizle zaman geçirmeyi tercih ediyoruz. Bu kez de öyle oldu. Araya sıkıştırdığımız keyif molalarına gelince...
Öncelikle Durukuş'un doğumundan bu yana merak ettiğim ama bir türlü gitmeye fırsat bulamadığımız Teppanyaki Alaturka'yı denedik sonunda. Zeynep & Burak'ın bizim için yaptıkları ilk akşamın programı bu nefis restoranda başladı. Japon usulü ızgara anlamına gelen "teppanyaki" müşterinin seçtiği yemekleri önünde pişirerek önce gözü doyuruyor. Ortamda biraz yemek kokusu oluşmuş haliyle, ama rahatsız edici boyutlarda değil (yine de daha iyi olabilirdi diye düşündüm). Menülerde füzyon etkisi hakim. Anadolu ve Uzakdoğu bir arada. Bence tek tek bir şeyler almak yerine bir çok şeyden ufak porsiyonlar halinde tadabileceğiniz menülerden damak tadınıza uygun olanını seçmelisiniz. Klasik Teppanyaki menülerinden 2. Menü de bir harika bu arada, biz dördümüz de onu seçtik. İçinde yok yok! :)
Yemeklerin hem hazırlanışı hem de sunumu ve lezzeti çok başarılıydı. Mekanın dekorasyonu, loşluğu, servis elemanlarının ilgisi gibi kategorilerde de buraya tam not veriyorum. Fiyat/kalite değerlendirmemden de oldukça yüksek not alan Teppanyaki'de tatlıyla yaptığımız kapanış da pek ateşliydi doğrusu! Bu şovu kaçırmayın derim. Ananas dilimlerinin üzerine yerleştirilen dondurmaların gözünüzün önünde alev alev yanışını izlemelisiniz. :) Kısacası buraya bayıldım. Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Evet, karnımız doydu, keyfimiz yerinde ama gece bizim için hazırlanan programın henüz sonuna gelmedik. Sırada Zeynep & Burak'ın uğrak noktalarından bize de göstermek istedikleri biri var: JW Marriott Otel'in en üst katında yer alan Skye Vue Bar. Burası gerçekten de ortamıyla, servisiyle ve en önemlisi de müziğiyle çok keyifli bir yer. Amerikalı piyanist John Little eşliğinde caz müziğin keyfine vararak sohbet edip içkilerinizi yudumlamak ve aşağıdaki albenili atıştırmalıkların tadını çıkarmak için ideal bir yer. "Acaba geceyi çok uzatmayıp, eve mi dönsek? Ertesi gün de Beypazarı'na gidilecek" falan demiştik en başta, ama gördüğümüz andan itibaren "iyi ki gelmişiz!" dediğimiz bir yer oldu burası da. Ankaralılar'a duyurulur. Otel barı falan diye gözünüz korkmasın. Ödeyeceğiniz rakamlar İstanbul'da herhangi şık bir yerde caz dinleyip içki içerseniz ödeyeceğiniz rakamları asla geçmez.
Bunların dışında Pazar günü yaptığımız Beypazarı gezisi sonrasında feci bir yağmura yakalanıp kendimizi Çayyolu'ndaki Mutfak Brasserie'ye attık. Bira, patates ve çerez molası verdik, o yüzden yemeklerini falan bilemem ama çok hoş bir kafeydi. Sera gibi camlarla çevrili bölümünde oturup yağmurla birlikte daha da canlanan baharın renklerini izlemek ayrı bir keyifti (ya da biz Nisan ayında havanın bu kadar soğumuş olması ve yağmur karşısında kendimizi kandırmaya çalışıyorduk, bilemedim! :) )
Klasik Ankara duraklarımızdan biri olan Tunalı'daki Kıtır'a da uğradık elbette. Her zamanki gibi midye dolmalar, kumpirler, Kıtır usulü tavuk dolma ve Bomonti'lerimiz eşliğinde Pazartesi sendromuna meydan okuduk.
Pazartesi günü tüm günü dayımın eşiyle birlikte Tunalı ve Karum'u didiklemeye ayırmayı planlamıştım. Ama pek de tüm günlük bir plan değilmiş bu, çünkü buraların alışveriş anlamında pek tadı kalmamış. Biz de işimizi erken bitirip önce Cafemiz'e oturduk. Bu da klasik duraklarımdandı ama bundan sonra asla uğranmayacak yerlerden biri oldu benim için. Ne yeni dekorasyonunu, ne servisini, ne de kahvelerini yanında getirdikleri kurabiyeleri beğendim diyebilirim. Sonra da pek çok Ankaralı tanıdıktan aynı olumsuz yorumları duydum zaten. Nerede o üniversite yıllarımızın Cafemiz'i! Yazık olmuş.
Akşamüstüne doğru Kıtır öncesi bir yerlerde Guinness içmek hedefiyle Tunalı'ya gelerek bize katılan İso'cumla birlikte yol üstündeki Tapa Tapa Tapas'a oturduk. Orada da harika bir sürprizle karşılaştık. İso'cumun büyük halası Gülten Hala da tam o saatlerde alışverişini bitirmiş eve dönmek üzere taksiye binecekken bizi gördü. (Ve ben İso'cumun iki halasının da hastasıyım! Kendi "var ama yok" halalarımın eksikliğini hissetmiyorum sayelerinde. Ve artık ben de bir hala olduğum için hep güzel anılan bir hala olmayı her zamankinden daha da çok umuyor ve istiyorum.) Masaya katılan bu güzel sürprize de Guinness'i tattırdık elbette. Buz gibi havaya rağmen keyifli bir sohbet ve kahkahalar eşliğinde akşam Kıtır'da Zeynep&Burak'la buluşana kadar harika vakit geçirdik.
Keyif arşivimiz gün geçtikçe zenginleşiyor. Bence çok şanslıyız. O yüzden bu haftaya sahip olduğumuz ve tadını çıkarabildiğimiz tüm güzellikler için şükrederek başlamak istiyorum. Daha fazlasına da her daim açığız. Evren'e duyurulur.:)
İyi haftalar hepinize..
5 yorum:
Şeker bu yaz da düşür Ankara'ya yolunu, gidemediğin yerleri benim rehberliğimle gez :)
Çok isterim sevgili Leylak Dalı..:)) Gelebilecek olursam mutlaka haber veririm.. Birlikte Cermodern'i keşfedelim derim.
Sevgiler..
Hoşgelmişsin, Ankara'da Hamamönü ve Kale civarı fotoğraf çekmek için güzel yerler, insan kendini turist gibi hissediyor. Eğer hava güzelse Eymir gölü de güzel bir seçenek olabilir.
Bir dahaki sefere geldiğinde Boteco'ya da beklerim:)
Lulu,
Hamamönü'nü istiyorum ben de.. Kale ve Eymir'i bilirim ama yıllar oldu tabi onları da görmeyeli..
Senin blogunu da inceledim, Boteco'yla online tanıştım.:) Her şey harika görünüyor..Çok isterim bir dahaki sefere Boteco'ya da uğramayı..
Sevgiler..
Yorum Gönder