#DirenGeziParkı

Son bir haftadır yaşananlar inanılmaz ülkemde! Parkta oturup gitar çalarak, kitaplar okuyarak Taksim'de kalan son nefes alma alanı olan ağaçların sökülmesini son derece akıllıca ve barışçıl bir şekilde protesto eden insanlara karşı savaş açan bir devletin vatandaşıyım ben. Ama devletten utanç duysam da sokağa dökülen milletin bir parçası olmaktan büyük bir gurur duyuyorum. Ben yüce bir ruhun bir parçasıyım. Bir ağaca zarar gelmesin diye bir köşkü yerinden eden en çılgın Türk'ün çocuğuyum. 

Bu eylemlerin oradaki ağaçların gecenin bir yarısında sökülmeye kalkılmasıyla ilgili olarak böyle başladığını unutmayalım:


Sonra hiç de mertçe olmayan bir şekilde bu insanların çadırları sabaha karşı yakıldı, uyurlarken gaza boğuldular ve hiç hak etmedikleri sert bir muameleye maruz kaldılar. Çünkü Hünkar "ne yaparsanız yapın Gezi Parkı yıkılacak" buyurmuştu.


Sonrasında da olanlar oldu. 7'den 70'e, her siyasi görüşten her çeşit insan sokağa döküldü. Geçen hafta Perşembe akşamı Gezi Parkı'nda müthiş güzel bir ortam vardı. Pırıl pırıl bir insan topluluğu festival havasında parka sahip çıkmaya gelmişti. Sanatçılar, öğrenciler, muhafazakar gruplar, yaşlı teyzeler-amcalar, bizler... Okan Bayülgen'in orada toplananlara kitap okuduğu bir eylemdi bu, düşünsenize. Bu kadar medeni bir şekilde demokratik haklarını kullanarak bir şehir güzelliğini korumaya çalışan insanlar topluluğu.


Ama ne yapıldı? O gün sabaha karşı yine savaş açılırcasına o insanlara saldırıldı. Çocuğunun Höt deyince susmasını bekleyen, olmadı iki de sopa atar sustururum diyen Devlet Baba günlerce çocuğuna şiddet uyguladı! Orantısız bir güçle halkına savaş açtı. Neredeyse aralıksız 48 saat boyunca İstanbul'da terör estirdi. Tomalar, gaz bombaları, sokak arasında kıstırmalar, kadın-çocuk-yaşlı demeden gösterilen şiddet, apartmanların içlerine bile atılan biber gazı, gözaltılar. Olacak iş değildi. İşler çığırından çıktı. Ve ortalık savaş alanına dönmesine rağmen kalabalık hiç azalmadığı gibi giderek arttı. Cuma akşamı o savaş alanının Gümüşsuyu ayağındaydık. İki ileri, bir gaz yiyip geri derken İstiklal Caddesi'ne çıkmak mümkün olamadı. Bu güne ait çok fazla görüntü yok tabi. O hengamede fotoğraf, video çekmeyi düşünemiyor insan. Gerçi tüm sokağın RTE'ye sevgilerini (!) gönderdiği bir video kaydı var ama onu burada paylaşmayayım yine de. BBC ile paylaştım, bence yeterli.:)

Direnişin ilk gününden bu yana en etkili kareleri bulabileceğiniz sayfalardan biri de burası:

http://occupygezipics.tumblr.com/

Baktık açıklamalar aynı sorumsuzlukla devam ediyor Cumartesi günü karşı taraftan gelen Tolga ve Çağla ile birlikte dört kişi olarak düştük bu kez yollara. Coşkulu bir kalabalıkla Gayrettepe'den Taksim'e kadar yürüdük. Meydan'ın coşkusunu, İstiklal'in savaş sonrası halini gördük hep bir ağızdan şarkılar söyleyen yüz binlerle birlikte. Sonra bu uyandırma zili Gezi Parkı'na geldik hep birlikte. Bu kalabalık coşkunun nedeni polisin meydandan çekilmiş olmasıydı. Sabah özellikle Cihangir, Sıraselviler, Tünel tarafını gaza boğan polis ne olduysa öğleden sonra çekildi. Ve polis yokken şiddet de yoktu! Ve biz gece Harbiye üzerinden yürüyerek yine Gayrettepe'ye dönerken ılımlı bir adım atıldı ve çatışmalar bitti sanıyorduk. Ha, niye mi tüm İstanbul'u yürüdük? Çünkü demokratik eylem yapma hakkımız hizmet verdirilmeyen ulaşım araçları ile de kısıtlanmaya çalışıyordu. Ne metrobüs, ne metro, ne otobüs, hiçbir şey çalışmıyordu o yöne. Ama elbette bu engel değildi. Yeri geldiğinde köprüleri yürüyerek aştı insanlar, n'apalım tüm İstanbul'u yürürüz gerekirse! Ha, bir de meydanda iletişim hakkımız da engelleniyordu. Bu da ileri demokrasilerde olan bir şey biliyorsunuz!


Şenlik havasında eve dönüp de haberlere baktığımızda gördük ki Beşiktaş başta olmak üzere yurdun pek çok yerinde inanılmaz sert çatışmalar yaşanıyor.Ve Pazar gününü de hepiniz biliyorsunuz: Adana, Ankara, İzmir ve Beşiktaş'tan bir sürü korku filmi gibi polis terörü örnekleri gördük. Peki bunları nereden gördük? Elbette RTE'nin "baş belası" olarak adlandırdığı Twitter'dan ve sağ olsun var olsun sabah 4'lere kadar başından kalkmadan izlediğimiz Halk TV'den! Diğer kanallarda penguenlerin hayatı, evlilik programları, Survivor gibi çok daha önemli yayınlar vardı ve günlerce sıra gelmedi Gezi Parkı'nın haber olmasına! Olsun, herkesin ne olduğunu anlamış olduk bu sayede.

Son günlerde olanlar akıl alır gibi değil. Halka yapılan saygısızlık diz boyu. Son bir haftadır her türlü değerimize saygısızlık yapıldı. Bizlere tweet atan densizler dendi. Marjinal gruplar, aşırı uçlar dendi. Çapulcular dendi. Ayyaşlar dendi. Dendi de dendi. Biz bunların hiçbiri değiliz, kim tarafından nasıl göründüğümüz de umurumuzda değil! Her gün sabahtan akşama orada olamasak da bizler bu özgürlüğümüze sahip çıkma eylemlerine elimizden geldiğince destek verdik ve vermeye devam edeceğiz.

Bugün bile neredeyse bir haftadır böyle korkunç olaylar yaşanmaktayken hâlâ "evde zor tuttuğumuz bir %50 var" gibi kışkırtıcı ve tehditkar bir açıklamayla dediğim dedik tavrını sürdüren bir başbakanımız olduğu için utanıyorum. O %50'nin içinden de bu eyleme destek olan çok sayıda insan olduğuna eminim. Bunun siyasi partilerle değil tavırla ilgili bir durum olduğunu anlaması gerekenler dışında herkes anladı. ve ben yaşanan tüm üzücü olaylara, hukuksuzluğa ve gözü dönmüş şiddet ortamına rağmen uzun zamandan beri ilk kez umutla doldum. Harika bir bütün olduğumuzu hatırladım. Bölünmüş gibi, takmaz gibi, duyarsız gibi görünen ve artık "bizden bir halt olmaz" diye düşündüğüm koca bir topluluğun her şeyin farkında ve gayet duyarlı olduğunu gördüm. Dayanışmayı, birlik duygumuzu, birbirimize bağlılığımızı ve sevgimizi gördüm. Hormonları sapıtmış hamile kadınlar gibi her okuduğum dayanışma hikayesine, her gördüğüm fotoğrafa, her tencere-tava sesine ağlar oldum. Ruhen ve fiziksel olarak çok gerildim son bir haftada ama artık o kadar umutlu ve gururluyum ki kaslarımın ve başımın ağrısı bile bana çok güzel geliyor. Bu kadar sevgi ve yaratıcılık örnekleriyle dolu bir  baskı ve şiddete karşı direnişin bir parçası olduğum için çok mutluyum. Ve bu süreçte korkunun değil umudun bir parçası olduğum için de vicdanım rahat ve huzurluyum. Siz bakmayın bölücü söylemlere, yüzdelere falan. Biz her zaman bölünmez bir bütünüz ve hepimizin içinde o çılgın Türk ruhu var!

Ve elbette daha hiçbir şey bitmiş değil. Bu gidişle bitecek ya da durulacak gibi de değil. Daha bu konuda yazılması gereken çok şey var. Ayrıca bir an önce güzel bir arşiv sitesi de oluşturulmalı. Çünkü 31 Mayıs 2013'ten itibaren şanlı tarihimize eklenecek önemli şeyler yaşanmaya başladı. Çok etkileyici fotoğraflar, yazılar ve videolar var derlenmesi gereken. Ama bunlar sonraki işler elbette.

Önce öğrencisiyle, işçisiyle, avukatıyla, doktoruyla, öğretmeniyle, iş adamıyla, işsiziyle, sanatçısıyla, çoluğu çocuğu genci yaşlısıyla, GS'lisi-FB'lisi-BJK'lısıyla (elbette Çarşı'nın hastasıyız! :)), kadınıyla erkeğiyle omuz omuza #DİRENTÜRKİYEM !

Ve tabi bunları unutmadan:



Ve Duman'ın adeta direniş marşı haline gelen şarkısı eşliğinde:

 





3 yorum:

Zeugma dedi ki...

Ellerine, yüreğine sağlık İmgecim.
Harika yazmışsın.
Hislerime harfiyen tercüman olmuşsun.
Susarsak şayet yandaş medyadan bir farkımız kalır mı ki?
''Bu blogta direniş var!'' değil, budur işte, bu.

Muhtaç olduğumuz kudret, milli birlik ve beraberlik ruhumuz işte yine canlandı. Ne mutlu bizlere..
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Mehmet Bilgehan Merki dedi ki...

Katkınıza, sevgi saygı ve takdirlerimi sunuyorum. Direnişin başarılı olması dileğiyle Ne Mutlu Türküm diyene!

Imge dedi ki...

Zeugma,

Medyayı o kadar suçlu buluyorum ki ilk gününden bu yana yaşanan şiddeti ya da her sokakta sel olup akan insanları göstermedikleri için. Bu saatten sonra göstermeseler de olur, gösteriyor gibi görünüp de halen hem nalına hem mıhına haberlerle yanımızda olmasalar da olur.

Ama dediğin gibi o ruhumuz canlandı, uzun zamandan sonra ilk kez umutla doldum, içinde yaşadığım toplumla gurur duydum. Bu da yeter bize.

Mehmet Bilgehan Merki,

Çok teşekkürler. Umarım iyi sonuçlanır her şey.

Sevgiler.