13. İstanbul Bienali

Hem açıldığı hafta sonu Dido&Ongun&Duru üçlüsüyle hem de bu hafta sonu İso'cumla birlikte gittiğim 13. İstanbul Bienali'nin Antrepo No.3'teki bölümünden izlenimlerimi aktarayım. Öncelikle 20 Ekim'e kadar devam edecek olan bu seneki Bienal'in en büyüğü burası olmak üzere beş ayrı mekana yayıldığını ve girişin ücretsiz olduğunu hatırlatırım. O yüzden birkaç kez gidip, acelesizce gezmek de daha mümkün. Girişte 5 TL'lik rehberi almanızı öneririm. Ya da rehberli turlara katılmanızı. Her ikisi de hemen hemen aynı ölçüde açıklayıcı oluyor. 

13. İstanbul Bienal'i bize "Anne, Ben Barbar mıyım?" diye soruyor. Bu temanın ortaya çıkışında ise 28 Mayıs'ta çadırların yakılmasıyla başlayan, 31 Mayıs-1 Haziran'da hemen her şehirden milyonların sokağa dökülmesiyle devam eden, sonrasındaki yaklaşık iki hafta inanılmaz bir hoşgörü içinde birlikte yaşam simülasyonunun sergilendiği ve 15-16 Haziran'da da aynı ölçüde şiddetli bir müdahaleyle bu yaşamın sonlandırıldığı Gezi Direnişi'nden yola çıkılmış. Gezi'deki yaşamın sonlandırılmasından sonrasında da farklı şekillerde ve formlarda devam eden bu sürecin bize verdiği mesajın farkına varılmış: çatışmacı, baskıcı politikalara karşı müzakereci, zayıf seslerin çoğunluk tarafından bastırılmadığı, ötekileştirme yaşanmayan bir kamusal alan talebi. Ancak bu mesajı alamayan otoritenin Duran Adam ve Yeryüzü Sofraları gibi en barışçıl eylemleri bile nasıl bastırmayı tercih ettiğini hepimiz gördük.

İşte Bienal'in ismi de oradan geliyor. "Barbar” kelimesi eski Yunancada "yabancı” anlamına gelir ve Yunanlı olmayan ve Yunancayı düzgün konuşamayan kişilerden söz etmek için kullanılırmış. Bu terim Ortaçağ'da önce Hristiyan olmayanları, daha sonra ise Batılı olmayanları tanımlamak için kullanılmış. Bugün ise genellikle, belirli bir kültürde aykırı olarak algılanan davranış biçimlerine göndermede bulunuyor. Güncel bağlamda ise “barbar”, uygar olanın sınırlarını daha da keskinleştirerek toplumdaki “mutlak öteki”yi yansıtmakta. Yani anlaşılmayan bir dil, ötekinin, yabancının, en dışlanmış ve bastırılmışın dili. Son dönemlerde en masum taleplerimizi, istediğimiz yaşam biçimini, hayal ettiğimiz dünyayı anlatırken bile kendimizi yabancı hissettiğimiz olmadı mı? Hah, işte belki de bu anlaşılmamışlıktan doğan kırılgan ruh halinin sorduğu bir soru bu: Anne, Ben Barbar mıyım?  Konu mankeni olarak -umarım Duru yetişkinliğinde böyle bir ruh halini yaşamak ve bu sorgulamayı yapmak zorunda kalmaz diyerek- Dido ve Duru'yu seçiyorum izninizle.


Favorilerime gelince:

1) Yine Gezi Parkı olaylarından yola çıkan Alman Sanatçı Christoph Shafer'in çalışması. Hamburg'daki bir mahalle parkının adının "Gezi Park Fiction St. Pauli" olarak değiştirilmesini kutlayan bir insan kalabalığının da bir parçası olan Shafer'in çizimleri aşağıda. Yerel düzeyde özgürleşmenin teşvik edilmesine destek olmak için farklı kentsel mücadeleleri birbirine bağlamanın gerekliliğine inanan sanatçı, İstanbul'un gerçek ve olası kentsel dönüşüm modelleri üzerine de kafa yoruyor.


2) İnsanlık Anıtı - Yardım Eden Eller: Ne şanslıyız değil mi? Çevreci olduğu kadar heykel sanatından da anlayan bir başbakanımız var. Heykele benzemeyen "ucube"leri yıktırıyor ki göz zevkimizi bozmasın! Wouter Osterholt ve Elke Uitentuis adlı iki Hollandalı sanatçı Kars'ta yıkılan İnsanlık Anıtı heykelinden yola çıkarak bir çalışma yapmışlar. Hatırlarsınız, heykelde iki figür, bir de yerde duran bir el vardı. İşte sanatçılar o devasa eli bir el arabasıyla sokaklarda dolaştırıp insanlara yorumlarını sormuşlar. Konuşanlardan da kendi ellerinin istedikleri şekilde bir kalıbını çıkarmalarını sağlamışlar. 120 adet döküm elden oluşan bu elleri de Kars'ta bir tepeye bir süreliğine yerleştirerek alternatif bir İnsanlık Anıtı yapmışlar. Çok hoş değil mi?



3) İspanyol sanatçılar Jorge Galindo ve Santiago Sierra'nın video çalışması çok güzeldi. Madrid'in meşhur Gran Via  bulvarında bir cenaze alayını andıran yedi araç geçiyor. Üstlerinde de hepsi baş aşağı duran dev portreler var. Kimlerin portreleri mi? Sanatçıların ülkenin bugünkü ekonomik çöküşünden sorumlu tuttukları devlet başkanlarının!

4) Halil Altındere'nin Sulukule'deki kentsel dönüşüme tepki olarak o semtin çocuklarınca dile getirilen hip hop tarzında bir öfke, direniş ve umut şarkısı ve klibini izleyebileceğiniz Harikalar Diyarı adlı video çalışması ilginç.

5) Guillaume Bijl'in Şüpheli adlı enstalasyonda komşuları tarafından şüpheli bulunan (nedenleri aşağıda) bir sanatçının aynı zamanda evi de olan atölyesine düzenlenen baskın sonrasında ele geçirilen şüpheli nesnelerin ve atölyenin baskın sonrasındaki halini gösteren çalışma çok güzeldi.


6) Claire Pentecost'un toprak-erg adlı çalışmasını sevdim. Para olarak el yapımı toprak külçelerin kullanılmasıyla yeni bir değerler sistemi öneren sanatçı, soyut değerler sistemine itiraz ediyor. Toprak külçelerin etrafında ise 43 çizim var. Büyük banknotlar halinde hazırlanmış bu çizimlerde geçmiş dönem ve günümüz filozof, yazar ve sanatçılarının yüzleri bulunuyor.

 
7) Amal Kenawy'nin Koyunların Sessizliği adlı video çalışması ilginçti. Kahire'de sokaklarda ellerinin ve dizlerinin üzerinde yürüyen bir insan grubuyla yaptığı performans çalışmasının sonunda izleyenlerin ve sokaktan geçenlerin insanların aşağılanmasıyla ilgili öfkeli tepkilerini de görüyorsunuz.

8) Zbigniew Libera'nın fotoğraflarından Özgürlüğün İlk Günü'nü çok sevdim. Yeni bir düzen kurulduktan ve eskisi yıkıldıktan sonra hayatta kalanların kendinden geçmişçesine kutlama yaptıkları fotoğrafı favorim oldu. Kendim çekmemişim, İKSV'nin sayfasından aldım. Libera din, ulus-devlet, bankalar ve çok uluslu şirketler sonrası bir dünyada yeni toplumsal öz örgütlenme biçimlerinin çıkacağını öngörüyormuş. Yani kafaca da uyuştuk kendisiyle..;)

9) Nil Yalter ve Judy Blum'un şehre yıllardır orada yaşayan iki yabancı kadın gözüyle bakarak yaptıkları Paris Işık Şehri adlı çalışmaları çok güzeldi. Sanatçıların Paris'in 20 bölgesiyle ilgili siyah-beyaz fotoğrafları ve yazdıkları notları kumaşlara iliştirdikleri eserde 18. bölge olan Pigalle'de kadın bedeninin sömürülmesine dikkat çekiliyor, 15. bölge olan Montparnasse'de konut krizine değinilirken, 1 bölge de Louvre'u, 3. bölgede ise o dönemlerde kadınların girmesinin yasak olduğu Paris Borsası'nı görüyoruz.


Bunlar ilk aklımda kalanlara örneklerdi. Bu gördüklerimizin dışında bir sürü şeye gözümü takıldı, pek çok video çalışması izledik, bazı işlerin ise açıklamalarını okumamıza rağmen anlamadığımız için yanlarından hızlıca uzaklaşmayı  tercih ettik. :)


Evet, Bienal'in ilk durağının sonuna gelmiş bulunuyoruz. Umarım benimle gezmekten keyif almışsınızdır. Bu hafta sonu da Beyoğlu'ndaki Bienal duraklarını (Salt Beyoğlu ve Arter) gezmeyi düşünüyorum, bakalım yapabilecek miyim? 13. İstanbul Bienali ile ilgili daha detaylı bilgi almak için buraya biz göz atabilirsiniz. Gezme aralarında yenilip içilenler ise başka bir yazı olarak her an karşınıza çıkabilir.;)

Son olarak da tabi ki İKSV'ye ve dolayısıyla Koç Grubu'na bu güzel etkinliği bizlerle -hem de bu sene ücretsiz olarak- buluşturduğu için kocaman teşekkürler. İyi ki varsınız!


2 yorum:

Cihan Salim dedi ki...

Elinize sağlık etraflı değerlendirme için. Mutlakka görülmeli ama bienal bence beklentilerin altında kaldı bu sene… Nedenini elimden geldiğince aktardım: http://www.cihansalim.net/blog/2013/anne-ben-barbar-miyim-temali-13-istanbul-bienali-bu-kez-beklentilerin-altinda/

Özellikle sayfamda paylaştığım Harikalar Diyarı videosu oldukça etkiliydi, tavsiye ederim…

Imge dedi ki...

Cihan Salim,

Çok teşekkürler. Sizin yazınızı da okudum, ellerinize sağlık. Harikalar Diyarı benim de 4. maddemde yer alıyor, çok beğenmiştim. Halil Altındere'nin Salt Beyoğlu'ndaki Güvenlik isimli balmumu heykeli de hoşuma gitti. Bienal sayesinde tanıştığım, bundan sonra da takibimde olacak isimlerden..

Sevgiler.