Birbirinden Güzel 3 Kitap

İkisi son yaz tatilinden kalma kitaplar. Hatta bir tanesi İstanbul'a da sarktı. Diğeri ise 72 sayfalık minnak bir roman. Yani bir saatlik canı vardı ama ben onu iki spor gününe yaydım ve hem pedal çevirip hem kitap okumuş oldum. Sırayla başlayalım bakalım. 

İlk bahsedeceğim roman bir klasik: Çanlar Kimin İçin Çalıyor. Ernest Hemingway ustanın ta Küba'lardaki evini ziyaret edip, hayat hikayesini öğrenip, sevgilisi Martha Gellhorn ile ilişkisini anlatan filmini izleyip en önemli klasiğini hâlâ okumamış olmak (hatta sadece İhtiyar Balıkçı ve Deniz'i okumuş olmak) beni biraz rahatsız ediyordu. Zamanı bu zamanmış deyip aldım elime ama yanlış bir basımını almışım ne yazık ki, çünkü çevirisi berbattı. Bu yüzden de kitaptan aldığım keyif ciddi ölçüde azaldı diyebilirim. Aman siz siz olun aşağıda gördüğünüz Bilgi Yayınevi basımını almayın. (Bu arada çimler, şezlong ve deniz üçlüsüne bakıp aaah aah diyorum, siz de öyle değil mi?


Hemingway bu romanında İspanya'da faşistlere karşı savaşan bir gerilla birliğinin üyelerinin gözünden iç savaşa, savaşın ve ölümün anlamsızlığına bakıyor. Ve sadece dört günlük bir süreyi anlatmasına rağmen uzun bir süreyi ve geçmişi anlatıyormuş hissine kapılıyorsunuz. O kadar derin ve dolu. Yani aslında bir savaş romanı olmakla birlikte felsefi bir tarafı da var. Ucundan kenarından bir aşk da var. Köprüyü uçurma planının önemli bir stratejik parçası olan Amerikalı uzman Robert Jordan, kitabın olduğu kadar bu aşkın da baş rolünde. Kitabın en etkilendiğim bölümü kentteki faşistlerin teker teker linç edildikleri bölüm oldu. Şiddetin şiddet doğurmasına, insanın şiddet ortamında kolaylıkla insanlıktan çıkabilmesine en güzel örnekti sanırım. 

Yine son deniz tatilimde başladığım bir kitap var sırada: Oya Baydar'ın Erguvan Kapısı. Yazara bayıldığımı artık biliyorsunuzdur diye düşünüyorum. Yine harika bir roman var karşımda. İstanbul'da geçen ama Türkiye gerçeğini her zamanki gibi kapsamlı bir şekilde önümüze sunan bir roman. Bizans döneminden kalma bir kapıyı aramak için yıllar sonra İstanbul'a gelen Bizantolog Teo, diplomat kızı Derin, sol örgüt üyesi Kerem Ali, eski devrimci (biraz tembel olanlarından!) ve Umut'unu kaybetmiş olan Ülkü. Ve bunların hepsinin iç içe geçen, kesişen öyküleriyle anlatılan -ve neredeyse on yıl önce yazılmış olmasına rağmen günümüzde de gerçekliğini ve geçerliliğini koruyan (mesela Gülsuyu'nda yaşamını yitiren Hasan Ferit Gedik'in öyküsüne bakabiliriz bu çıplak gerçekliği görmek için)- bir hikaye. 


Ve altını çizdiğim bir sürü cümleden bazıları:

* ...İşçi sınıfının davasını benimsemiş bir burjuvayı, sınıf savaşımının dışında kalan işbirlikçi bir proltere bin kez yeğlerim...
* ...Tek kurtuluş silahı halk savaşıdır. Kurtulmak istiyorsan partiye başvur. Hiçbir yol seni kurtaramaz. Ne toplu ayaklanma hayali, ne parlamento, ne reform palavraları, ne de toplumsal uzlaşma kandırmacaları. Partisiz kurtuluş olmaz...
* ...Gerçek herkesin kendi hikayesine verdiği addır...
* ...Türkiye sanat tarihçileri için bir hazine, sosyal bilimciler içinse mükemmel bir laboratuvardır...
* ...Türkiye'yi oryantalist önyargılarınızla veya turistik gözlemlerle anlayamazsınız... Toplumsal sınıflarla, o sınıfların taşımaları gereken ideolojik değerlerin ve söylemlerin böylesine çelişik olduğu başka bir ülke bulmak zordur. Türkiye'de işçiler kapitalizmin değerlerini savunur, burjuvalara hayranlık duyarken, en sıkı komünistler varlıklı kesimlerden, burjuva kökenli aydınlardan çıkar... (Ne doğru bir tespit! Herhalde sadece parası olanların adam gibi bir eğitim alma ve aydınlanma hakkına sahip olmasıyla ilgili bir durumdur.) 
  
Son olarak yine usta isimlerden biri var sırada:Yaşar Kemal. Ve yazının başında da sözünü ettiğim gibi mini romanı Tek Kanatlı Bir Kuş.  


Ustalık bu olsa gerek diye düşündüm bu romanı okurken, sadece 70 sayfa ile neler neler anlatabilmek. Yaklaşık kırk yıl önce yazdığı ama bu yıl yayınladığı bu romanda Yaşar Kemal hem Anadolu insanını ve gerçeğini hem de korkunun bulaşıcılığını, korkudan korkmanın çekilmezliğini çok güzel anlatmış. Buradaki korku unsuru ise girilemeyen bir kasaba. Atandığı halde kasabaya giremeyen posta müdürü Remzi Bey ve karısı Melek Hanım ve dolmuş ya da otobüs kasabaya gitmediği için yolda indirilerek onların yanlarındaki ağaç altlarında kalmaya başlayan diğer karakterlerin bilinmeyen bir korku karşısındaki kısa süreli kader ortaklıklarının ve paylaşımlarının hikayesini mutlaka okumalısınız. 

Hepimize iyi haftalar...

Hiç yorum yok: