Kitap okuma hızımın arttığı ve azaldığı dönemler oluyor. Bu aralar artmış durumda ve bu da beni çok mutlu eden şeylerden biri. Son günlerde okuduğum üç kitaptan söz edeceğim şimdi kısa kısa. Gerçi ikisi yaklaşık 150 sayfa uzunluğunda olan, birer günlük kitaplardı ama olsun, sonuçta üç kitap bitirdim ben neredeyse bir hafta içinde.
İlk kitap çok sevdiğim Paul Auster'ın şimdiye kadar okuduğum sekiz kitabı içinde ilk sıraya yerleşmeye aday güzellikte olan Leviathan. Polisiye bir öyküyü anlattığı doğru da olsa türü bence kesinlikle psikolojik roman olmalı. Peter Aaron adında bir yazar ve bomba hazırlarken paramparça olan başka bir yazar dostu Benjamin Sachs'ın dostluklarına, ayrı ayrı aile yaşamlarına ve ilişkilerine dalacağınız bu roman sizi hem karakterleriyle hem de duygusuyla içine alacak. Bu arada Leviathan'ın anlamı ne derseniz, Tevrat'ta sözü geçen bir deniz canavarıymış. Yazar Peter Aaron'ın da Paul Auster'ın kendisinden izler taşıdığı söyleniyor ki evliliği ve hayat görüşü açısından gerçekten de benzeşiyorlar. Bir süre sonra bir yeraltı kahramanına dönüşen Sachs'ın yaşadıklarının ne denli ilginç olabileceği ile ilgili bir fikir vermesi açısından da arkadaşı Peter'ın bu konudaki yorumunu eklemek istiyorum: "Olanları anlatmak beni hâlâ sarsıyorsa, bunun nedeni, gerçeklerin, düş gücünü her zaman geride bırakmasıdır. Kafamızda kurduklarımız ne denli akla aykırı olsa, ne denli çılgınlık ölçüsüne varsa, yine de gerçek dünyanın önümüze çıkarıverdiği olayların şaşırtıcılığına erişemez. Bu, artık unutamayacağım bir ders oldu bana. Her şey olabilir. Şu ya da bu biçimde, ama kesinlikle olmaz olmaz." Sachs'ın dostunu bu kadar etkileyecek neler yaptığını merak ediyorsanız bir an önce bu kitabı okuyun derim.
Sıradaki kitap bir klasik. Amerikan edebiyatının Pulitzer ödüllü kadın yazarlarından olan Edith Wharton'ın İki Kız Kardeş adlı romanı. New York'un yoksul bir semtinde bir tuhafiyeci dükkanı işleten Ann Eliza ve Evalina kardeşlerin yaşamlarının bir bölümüne konuk oluyoruz bu kez. Kendi hallerindeki mütevazı yaşamları, aynı semtte yine kendi halinde ve mütevazı görünen bir saat ustası olan Alman göçmeni Ramy'nin dahil olmasıyla birlikte bambaşka bir hal alıyor. Ve değişikliğin her zaman iyi bir şey olduğunu söyleyemeyiz, değil mi? Bu trajik öyküye neden olan şeyin yapılan bir fedakarlık olduğunu görmek ise işin ironik olan kısmı. Kitabın arka kapağında Edith Wharton'ın bir zamanlar şunları yazdığı söyleniyor: "Hayat, soyut ilkelerle ilgili değildir ancak kader, eski geleneklere, eski inançlara, eski trajedilere ve eski hatalara verdiğimiz tavizler ve zavallı uzlaşmaların birbirinin arkasından gelmesidir." Burada, iki kız kardeşin hikayesinde de "kötü" kaderi bu bakış açısıyla sorgulamakta yarar var. Güzel bir roman, öneririm. Konuyla ilgisi yok ama Yankee Candle'ın lemon lavender'ini de öneririm.;)
Sıradaki kitap bir klasik. Amerikan edebiyatının Pulitzer ödüllü kadın yazarlarından olan Edith Wharton'ın İki Kız Kardeş adlı romanı. New York'un yoksul bir semtinde bir tuhafiyeci dükkanı işleten Ann Eliza ve Evalina kardeşlerin yaşamlarının bir bölümüne konuk oluyoruz bu kez. Kendi hallerindeki mütevazı yaşamları, aynı semtte yine kendi halinde ve mütevazı görünen bir saat ustası olan Alman göçmeni Ramy'nin dahil olmasıyla birlikte bambaşka bir hal alıyor. Ve değişikliğin her zaman iyi bir şey olduğunu söyleyemeyiz, değil mi? Bu trajik öyküye neden olan şeyin yapılan bir fedakarlık olduğunu görmek ise işin ironik olan kısmı. Kitabın arka kapağında Edith Wharton'ın bir zamanlar şunları yazdığı söyleniyor: "Hayat, soyut ilkelerle ilgili değildir ancak kader, eski geleneklere, eski inançlara, eski trajedilere ve eski hatalara verdiğimiz tavizler ve zavallı uzlaşmaların birbirinin arkasından gelmesidir." Burada, iki kız kardeşin hikayesinde de "kötü" kaderi bu bakış açısıyla sorgulamakta yarar var. Güzel bir roman, öneririm. Konuyla ilgisi yok ama Yankee Candle'ın lemon lavender'ini de öneririm.;)
Sırada tam da çapulculara göre bir kitap var.;) Yazarı da Y kuşağı, X kuşağı falan değil, çok daha büyük ağabeylerimizden biri: Muzaffer İzgü. Ama yıllara meydan okuyan genç bakış açısıyla Gezi olaylarında yaşananları değerlendirmeyi ve bunlardan esprili kısa öyküler çıkarmayı becermiş "Çapulcu musun? Vay Vay" kitabında. Gençlerin olgun davranmaları takdir edilir ya hani hep, işte bu kez farklı bir olgunluk türü var karşımızda: yaşça büyük olan birinin gençlerin bakış açısını, dünya görüşünü, özgürlük taleplerini, eylem biçimlerini doğru anlayabilme ve takdir edebilme olgunluğu. Dışarıdan bakabiliyorum duruma ve bize çok yabancı olan bu üslubu alkışlıyorum, deme hali. Ben bu öykülerde bu mütevazı yakınlığı hissettim. Bu arada sadece Gezi olaylarıyla ilgili öyküler yok kitapta. Bundan yola çıkarak Türkiye'de genel anlamda güleriz ağlanacak halimize dediğimiz çeşitli eksikliklere de kendi esprili diliyle değinmiş Muzaffer İzgü. Esprileri, tarzı benim en bayıldığım tarz olmasa da (çocukluğumda severdim) sırf bu bakış açısı ve bu konuda bir kitap yazma sağduyusundan dolayı kitabını aldım. Bir gecede de okuyup bitirdim. Aydın, hoşgörülü, mizah anlayışı olan, pozitif her yaştan insanın özgür bir Türkiye için kendince elinden geleni yaptığını görmek çok güzel. Desteklenmeli!
İyi haftalar hepimize...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder