Adana'da sadece midemiz değil gözlerimiz de bayram etti desem yeridir. Önceden de bilirdim Adana'nın parklarını, yeşilliğini ama bu kez gözüme başka bir güzel geldi diyebilirim. İstanbul'da şehir içinde artık hemen hemen hiç yeşil göremez olduğumuz için, mini minnak parkçıklara çölde vaha muamelesi yaptığımız için midir bilmem bu kez buralara çok daha değer bilen gözlerle baktım sanırım. Gelin önce Merkez Park'a götüreyim sizi. Adana için bir nevi New York'un Central Park'ı ya da Londra'nın Hyde Park'ı diyebiliriz buraya. 10-15 dakikada parkın etrafından bir tur atarak sizi gezdiren Toros Ekspresi'ne binerseniz büyüklüğünü ve güzelliğini çok daha iyi anlıyorsunuz. Ekspres dediysem bildiğin çocuk treni gibi bir şey.:P Annem "seveceksin, hem güleriz de.." diye elimden tuttuğu gibi beni bindirmeye kalktı, ben "e hadi kırmayayım bari, karizmayı da dağıtacağız ama neyse, kem küm.." diye bindim ve fakat buna rağmen size de binmenizi tavsiye ediyorum.:) Elbette hafta sonu yerine hafta arası gitmeyi tercih edebilirsiniz parkın huzurlu güzelliğini yaşamak adına.
Tren yolculuğumuz sırasında gördüklerim aşağıda. Bir sürü de çağdaş heykel serpiştirilmişti parka sanırım Karnaval etkinlikleri kapsamında. Dönüp bakacaktım ama sonrasında annemin arkadaşlarıyla çay bahçesinde mini bir mola verince unuttum. Parkın zevkli peyzajı dışında nehrin karşı kıyısındaki Sheraton Otel'in yerinin güzelliği ve arkasından kapkara bulutlar yükselen Sabancı Merkez Camii fotoğrafım da görülmesi gerekenler arasında.:P
Tabi bir de Adana'nın sürreel ağaçları. Parkta göremezseniz üzülmeyin, şehir içindeki tüm ağaçlar böyle ya küp gibi ya da tepsi gibi dümdüz budanmış. İlk birkaç tanesini iyi niyetli bulduk ama şehrin tamamının çığrından çıkmış olduğunu görünce böyle marjinallik olmaz dedik! ;P İlgili kişiyle tanışmak ve kendisini ilgi duyabileceği bir sanat alanına yönlendirerek ağaçları elinden kurtarmak isterdim!
Bu arada doğal yaşam mı dediniz? Turumuzu bitirdikten sonra nehir kenarındaki çay bahçesinde otururken etrafımızda kazlar, ördekler, tavuklar, oğlaklar, hatta tavuskuşları geziniyordu desem? Hatta İso'cum o sırada Adana'ya gelmek için uçağa binmek üzereydi ve konuştuğumuzda arkamda öten horozları falan duyunca şehir dışında bir çiftlikte falan olduğumu sanmıştı. Çok güzeldi çoook...
Nehir kıyısındaki bu devasa parkın dışında şehrin içinde de bu kadar olmasa da oldukça büyük bir park var: Atatürk Parkı. Girişindeki Atatürk heykeli ve havuzuyla, ağaçların altındaki oturma alanlarıyla, çiçek öbekleriyle ve çay bahçesiyle burası da çok huzurlu bir mola yeri olabilir.
E tabi bir de kebap yemek dışında yerimizden kalkmak istemediğimiz evin bahçesini de hesaba katmalıyız. Bahar ayında ekstra güzel olan (ve bakmayın ikliminin sıcak olmasına Adana'da bahçe mevsimi çok kısa çünkü yaz aylarında her şey sıcaktan kavruluyor) bahçe bu kez on gün önceki fırtınadan nasibini almış halde karşıladı bizi ama biz şehir uğultusuna, egzoz dumanına, beton görmeye alışkın apartman insanları için yine de cennetti.
Hava mis olunca, mideler de günlerdir et ve rakıya doymuş olunca Pazar günü hepimiz gün boyu ev giysileriyle çimlerde yayılarak şarap, meyve, çerez, ıvır zıvır ile kapanışı yaptık. Pek de güzel oldu doğrusu.
Ve bir Adana faslı daha böylece kapanmış oldu. Seneye Nisan'da yeniden görüşmek üzere, Adana. Hep böyle güzel ve sıcak kal, olur mu? ;)
3 yorum:
Ne güzel anlatmışsınız.Gidip göremediğim yerleri böylece görmüş oldum.Kısa sürede pek fazla bir şey yapılamıyor.
İstanbul'da daha fazla yeşil görmek için çiçekler bitmeden Anadolu yakasina geçmeni, mutlaka büyük parkları (ki en az 6-7 tane var) Moda ve Cadebostan sahillerini adım adım gezmeni şiddetle tavsiye ederim. Genel kanının aksine ve bütün betonlaştırma çabalarına rağmen İstanbul'un hala Türkiye'deki en yeşil şehir merkezlerinden biri olduğunu düşünüyor ve özellikle bu mevsimde kendimi çok şanslı hissediyorum. Eski bir Ankara'lı olmamin ve dogru duzgun park-yeşillik gormeden buyumemin de bunda etkisi vardir elbet :)
Mahmutun Güncesi,
Haklısın, kısıtlı zaman gezmek açısından en zor şey. Telafi edebiliyorsam buradan ne mutlu bana..:)
Işın,
Çok doğru aslında.. Anadolu Yakası'na çok az geçiyoruz, geçtiğimizde de bahsettiğin yerlere hayran kalıp dönüyoruz. Ama yaşamak için Avrupa Yakası'nı tercih ettiğimiz sürece de oralara hep uzak kalacağız gibi görünüyor ne yazık ki..
Ve Ankara ile karşılaştırma konusunda da sana katılıyorum. Ankara giderek daha gri gelmeye başlıyor gözüme her gidişte ve üzülüyorum bu duruma.
Yorum Gönder