Dubai'deki üçüncü ve son günüme kahvaltıdan sonra otelin havuz başında biraz güneşlenerek başladım. Öğlen ise Viator'un yarım günlük Dubai şehir turuna katılarak görülmesi gereken yerleri klimalı, rahat bir minibüsün içinde yedi benzemez turist olarak gezip otellerimize döndük. Linkine tıklayıp tur hakkında bilgi alabilirsiniz (gerçi fiyatı yüzde otuz daha pahalı görünüyor, ben 37 USD ödemiştim aynı tur için).
Neyse... İlk durağımız yedi yıldızlı olarak bilinen, ama aslında öyle bir kategori olmadığı için bir turizm pazarlama yöntemi olarak böyle tanımlanan Burj Al Arab oteli. Bakınız kendisiyle ilgili ne kadar detaylı bir yazı yazmışım 2007 yılında National Geographic'te izlediğim bir belgeselden öğrendiklerimle. Bizimki bir fotoğraf molası. Otelin içini sadece müşteriyseniz gezebiliyorsunuz. Otelde kalan müşteri değil, restoranı ya da barı için rezervasyon yaptıran bir müşteri de olabilirsiniz.
1999 yılında hizmete açılan bu otel şehrin eski binalarından sayılıyor. İçerideki odaların tamamı suit oda. Konumuna ve büyüklüğüne göre değişen fiyatlarda konaklanabiliyor. En uygun suitin kişi başı gecelik fiyatı 12,000 (3260 USD) dirhem, en pahalı kral suiti ise 70,000 (19,057 USD) dirhem civarında. Kişi başı 260 dirhem (70 USD) kahvaltı ücreti, %10 şehir vergisi ve %10 da servis ücreti bu fiyatlara dahil değil. Otelde yastık menüsü bile bulunuyor müşteriler için. Otel bünyesindeki Skyview Bar'da sunulan en pahalı kokteylinin fiyatı da 27 katlı ve 321 metre yüksekliğindeki otel binasına ithafen 27321 dirhem (7438 USD). O fiyata bir kokteyl sipariş etseydim onu içmeyip, korunaklı bir kase içinde evimin baş köşesine koyardım herhalde (bir daha böyle bir abukluk yapmamamı hatırlatması için tabi) ;)
Zenginin malı züğürdün çenesini diyerek ve beni sadece selfie'm olmasından kurtararak otelle birlikte fotoğrafımı çekmeyi akıl eden Avustralyalı turiste minnettar olarak ikinci durağımıza gidiyoruz: Jumeirah Cami. Dubai'deki 1400 camiden belki de en önemlisi, en bilineni. Mimarisinde Mısır esintileri gözlenen caminin dışını ve avlusunu gezdikten sonra yola devam ediyoruz. Caminin içini de gezmek isterim derseniz her gün bir defa sabah 10.00'da yapılan rehberli turlara katılabilirsiniz.
Yolumuza şehrin yerel halkının çoğunlukla oturduğu, az katlı evlerden oluşan sitelerle dolu
Jumeirah bölgesinden geçerek devam ediyoruz. Bu arada nüfusun %15'ini oluşturan yerel halka Emir'in nasıl iyi baktığını da öğreniyoruz yolda. Dubaili bir erkek ve kadın evlendiğinde Emir kendilerine karşılıksız "sosyal villa" adı verilen dubleks bir ev, 70,000 dirhem çeyiz yardımı veriyormuş. 20 yıl boyunca elektrik ve su faturası, ömürleri boyunca da sağlık için beş kuruş harcama yapmıyorlarmış. Ortalama bir Dubaili'nin evinde en az üç yardımcısı olurmuş: biri yemek için, biri temizlik için, biri de şoför olarak. Genelde kadını da erkeği de kendi arabalarını kullanırlar ama alkol aldıkları gecelerde falan şoförlerine ihtiyaçları olur, dedi rehberimiz. Dubaililer genellikle devlet dairelerinde çalışırlarmış, çünkü devletleri sağ olsun onlara özel sektörden fazla maaş ve ekstra imkanlar verirmiş. Anlayacağınız bir elleri yağda bir elleri balda yaşadıkları için Emir'lerine de duacılarmış. Emir'in yaptıklarını duyunca benim de Dubai vatandaşı olup, evimin balkonuna "Tanrı Emir'i korusun!" pankartı asasım geldi, ne yalan söyleyeyim. ;)
Bunları öğrendikten sonra kendimizi Dubai Müzesi'ne atıyoruz. Buranın çok da uzak bir geçmişe dayanmayan tarihi, ilk zamanlardaki yaşam tarzları, kültürleri hakkında bilgiler edinebileceğiniz, derli toplu, güzel bir şehir müzesi burası. Şehrin en eski yapısı olan 1787'den kalma Al Fahidi Kalesi'nin içinde yer alıyor. Aşağıdaki kolajda içeri girer girmez avluda gördüğümüz o dönemlerdeki palmiye yapraklarından yapılan Dubai evlerine örnekler bulunuyor. Sıcağa karşı tepedeki mini havalandırma kulesiyle, erkeklerin dışarıda uyumak için merdivenle tırmanılan çıkıntısıyla, iç dekorasyonuyla eski Arap evleri ve abra adını verdikleri kayıkları karşımızda.
Daha sonra müzenin çeşitli bölümlerini gezerek çölde yaşam ve Bedevi kültürü hakkında bilgiler ediniyoruz. Ülkenin bir yanı çöl, bir yanı deniz olduğu için denizde yaşam da kültürün bir parçası. Balıkçılar, gemi yapımı, istiridye toplayıcılar, hepsi ayrı ayrı canlandırılmış müzede.
Ve yaşayan müze şeklinde düzenlenen en güzel bölümlerden biri de birazdan gezeceğimiz Çarşı bölümünün eski zamanlardaki hali. Aktarlar, kahvehaneler, eczacılar, kuyumcular, ne ararsanız var çarşıda. Gezmesi çok keyifli bir müze, zaman ayırmanızı öneririm.
Şimdi abra adı verilen deniz taksilerle şehrin bir kısmını ikiye ayıran küçük körfezin karşı yakasına geçeceğiz. Göçmen teknelerine benzeyen bu minik takalarla giderken benim gibi tura tek başına katılan İngiliz tur arkadaşımla sezonun ilk "mutlu ayaklar" pozunu da vermiş oluyoruz. ;)
Şehrin Eminönü'sü sayılan (ama Eminönü tabi ki buradan kat kat güzel ve renkli) ve Baharat Çarşısı ve Altın Çarşısı'nın bulunduğu bölüme Deira adı veriliyor. Dubai İran'a çok yakın ve arada sürekli ticaret gemileri işliyor. O yüzden bu çarşıda çok kaliteli İran safranını uygun fiyatlara almanız mümkün. Safran dışındaki baharatlar ilginizi çeker mi bilmiyorum, ama hurmalar çekmeli bence. ;) Özellikle için bademli ve dışı çikolata kaplı olanları da denemelisiniz. Bir de deve sütünden yapılmış çikolataları bol bol göreceksiniz, ama şahsen ben tadına pek bayılmadım.
Altın Çarşısı da gezilip görülesi yerlerden. Yani vitrinlerindeki abartılı takılara bakmak ve buranın insanının zevki ve gösteriş merakı hakkında bir fikir sahibi olmak için içinde bir tur yürümenizi öneriyorum. Sağ alt köşede 58,6 kilo altın ve 5 kilo da değerli taş kullanılarak oluşturulmuş dünyanın en büyük yüzüğünü görebilirsiniz. 63,8 kiloluk bu nur topu, bu haliyle Guinness Rekorlar Kitabı'na hakkıyla giriş yapmış. ;)
Benim gibi takı, toka, saat, vs ile hiiç alakası olmayanlar ise fotoğraflarını çektikten sonra parfüm alabilirler. ;) Güldüğüme bakmayın, ciddiyim. Dubai'nin kokuları da meşhur ve yağ şeklinde satılan esanslar arasında çok güzel kokular bulabilirsiniz. Çarşı'nın sonunda AVM'lerde de gördüğüm Ajmal'ın mağazasını görünce içeri girdim ve kendime nefis bir koku buldum. Numarasını not etmediğim için pişmanım, çünkü bir daha asla o kadar koku arasından onu bulamam sanıyorum. Kokular birbirine karışınca ne yapacağım diye düşünmeyin, arada kahve koklayıp denemeye devam ediyorsunuz. ;)
Yapmanızı önerdiğim, kesinlikle çok keyifli, yaklaşık 4 saat süren bu şehir turunda gezip gördüklerimizi anlattım. Şimdi otele dönüp, İsocum'u beklerken otelin barında buz gibi bir bira içme ve sonra da akşam yemeğini yesek yesek nerede yesek diye düşünme zamanı. Seçenek çok, işimiz zor! Anlayacağınız sırada yeme-içme notlarım var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder