Uzun zamandır aklımızda olan bir yeri keşfettik geçenlerde eski dostlarla: Karşı Taraf Meyhanesi. Hatta bu güzel mekanın ortaklarından biri de bir zamanlar birlikte meyhane muhabbetleri yaptığımız güzel insan Mesut'tu. İsocum'a radikal bir değişiklik yaparak doktorluğu bırakıp meyhane açtığını -ki bayılırım böyle çılgınlıklara!- ve bizleri de yeni mekanına beklediğini söylemesinden önce bile birkaç arkadaşımın sosyal medya hesaplarında burada yaptıkları check-in'leri görmüştüm ve meraktaydım. Neyse, en sonunda 7 Kasım Cumartesi akşamı bir ilk yaparak meyhane buluşması için Karşı Taraf'a geçtik. ;) Ortaklardan bir diğeri de birlikte gittiğimiz Müge ve Recep'in tesadüfen okuldan tanıdıkları çıkınca kendimizi iyice evimizde hissettik diyebilirim.
Meyhane kültürüne güvendiğiniz insanların ellerine kendinizi güvenle teslim edebilirsiniz. Bu sıcacık mekanda da ortamdan, müziklere, mezelerden, tuvaletlerin temizliğine, servis elemanlarının özenle seçiminden, lokasyona kadar her şey özenle düşünülmüş. Ama bir meyhanede en en en önemli şeyler nedir diye sorarsanız bana göre yemek -özellikle mezeler- ve müziktir. Mezelerin hepsi inanılmaz lezzetliydi. Mezeler derken peynir ve zeytine kadar sunulan her şeyden bahsediyorum. Çanakkale'den gelen peynir ve Yunanistan'dan gelen o iri siyah zeytinler harikaydı. Girit mezesi, patlıcanlı değişik bir meze, uskumru, levrek marin ve akıllara zarar güzellikte topik ilk aklıma gelenler. Zaten mutfak daha önce Cumhuriyet Meyhanesi ve Sofyalı'dan da geçmiş usta ellere emanetmiş. Sonrasında gelen yaprak ciğer, değişik bir börek ve ahtapot ızgaradan da zaten emin ellerde olduğumuzu anlıyoruz. Müzik derseniz elbette Türk Sanat Müziği arka fonda. Ama sohbet etmenize olanak tanıyan bir tonda. Zeki Müren'ler, Müzeyyen Senar'lar ruhunuzu okşuyor. Kulağınıza dayanan keman yayları falan elbette yok! Ulaşım bize bile çok kolaydı ki "karşı taraf"ta oturanlar için müdavim mekanı olabilecek kadar kolay: Bağdat Caddesi'nin 507 numarasında, Bostancı'da sizleri bekliyorlar. Üstteki asma kat gibi daha minik bölümünü ise gruplar olarak kendinize ayırabilir ve Adile Naşit, Münir Özkul, Kemal Sunal gibi bayıldığımız simaların ruhlarını şad ederek kadeh kaldırabilirsiniz. Rezervasyon tel: 0-216-361 00 09. Giderseniz Mesut'a da bizden selam söyleyin tabi. ;)
İkinci leziz önerim ise tamamen farklı bir tarza ait olacak. Türk mutfağından Japon mutfağına geçiyorum ve İstanbul'da gittiğim en güzel sushicilerden biri olan Miyabi'ye geliyorum. Akatlar'daki bu şirin ve keyifli mekanda sushi dışında noodle'lar, tempura'lar, teppanyaki çeşitleri de var. İçki olarak da sake ve erik şarabı deneyebilirsiniz. Biz iki hafta arayla iki kez gittiğimiz bu güzel restorana bayıldık. Özellikle önereceğim lezzetler lobster dynamite roll, yummy yummy roll, beef roll ve dragon roll olacak. Dynamite shrimp ve sashimi çeşitleri de harika. Üzgünüm, pek Türkçe yazamadım. :P Ama menüde de isimlerinin geçtiği haliyle yazmak istedim, zaten gerekli Türkçe açıklamalar menüde yer alıyor. Ve yardım etmek için gözünüzün içine bakan çok ilgili ve güler yüzlü çalışanlar da mevcut. Kısacası sushi severseniz, burayı kesin seveceksiniz. Hafta sonu gidecekseniz mutlaka rezervasyon yaptırmanızı öneririm: 0-212-352 0 222.
Sırada Dilara sayesinde keşfettiğim bir kahve dükkanı var. 3. dalganın dalga dalga yayıldığı günümüz dünyasında Private Reason da nefis kahveleri ve tatlıları ile yerini almış. Kavanozda cheesecake'ler inanılmaz lezzetli. Ben frambuazlısını denedim, başka bir gün de İsocum'u götürdüm ve o da balkabaklısını hüpletti. İkisine de tam not verdik. Kahveler çok olmasa da tatlılar ve sandviçlerinin biraz pahalı olduğunu düşündüm sadece. O da sanırım Bebek farkı. Bu arada ahşap ve Portekiz çinisi yer karoları ön plana çıkan dekorasyonuyla da sevdim burayı.
Son olarak bir de yeni açılan mekanlardan biri var bu 13. Cuma akşamı arkadaşlarımızla denediğimiz. Karaköy'ün yenilerinden Madeo, Mimarlar Odası'nın hemen yanındaki girişiyle Kemankeş Caddesi üzerindeki yerini alan şık Karaköy restoranları arasındaki yerini almış, leziz bir İtalyan. Aynı cadde üzerindeki diğer pek çok mekan gibi gece 22.30 - 23.00 itibariyle yerinde duramayan insanlara hitap ederek kulüp havasına dönüşüyor - ki bizim gibi sohbet ederek yemek ve içkiye devam etmek isteyen "yaşlıların" o andan itibaren kalkıp gitmesi gerekiyor aslında, o yüzden bu duruma pek bayılmıyorum ben şahsen. Yine de gürültüye rağmen dışarıdaki sobaların altında oturup sohbetimize devam edebildik biz. Yemekler lezzetli olmasına rağmen hafta sonu keyifli bir akşam geçirmek için çıktığımda ilk tercihim beyaz örtüler, şıkırtılı avizeler, kulüp ortamına dönüşen şık ve pahalı yerler olmadığı için sanırım ben zorunlu olmadıkça bir kez daha gitmem buraya. Ama Alaçatı'da da hayranları olduğunu bildiğim için, Karaköy'ün de "in" mekanlarından olacağını tahmin ediyorum.
O gün orada keyifle yiyip, içip, sohbet ederken gece Twitter'a göz atan arkadaşımız sayesinde güzeller güzeli Paris'te yaşanan katliamları öğrenmek bizi mahvetti. Ülkede ve dünyada yaşananlara göz yumabilmek, görmedim, duymadım, bilmiyorum diyebilmek ne mümkün! Neye benzeyecek bir döneme giriyoruz bilinmez, ama çok net olan bir şey var ki yoğun bir karanlık bizleri bekliyor. Hem Batı'nın hem Doğu'nun çıkar savaşları ve ikiyüzlülüğü sayesinde artık hiçbir yerde güvende değiliz. Lanetler olsun masum insanlara bunları yaşatanlara! İnadına ölüm diyenler cehennemin dibine kadar gidebilirler. Yine de biz ömrümüzün sonuna kadar en iyi bildiğimiz şeyi yaparak hayatı elimizden gelen en güzel ve dolu şekilde yaşamaya ve inadına barış, inadına aşk, inadına yaşam demeye sonuna kadar devam edeceğiz. Bu dünya ancak sevgiyi, paylaşmayı, güzel yaşamayı bilen insanlar sayesinde daha çekilebilir ve anlamlı olabilir. Tek dileğim ömür boyu benden uzak olmaları olan geri kalanıyla aynı dini, aynı vatanı, aynı rengi, aynı dili paylaşsam ne, paylaşmasam ne!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder