Bolca tembellik yaparak yazdığım Ege gezimizin sondan bir önceki durağı olan Urla'ya gelmiştik. Buradaki ikinci günümüzü tamamen Urla'yı gezmeye ayırdık. Aslında bağ rotası temalı gezimizin öğlene kadarki bölümünü de Urla'nın merkezini gezecek şekilde planladık. En azından içmeye de alkolik hareket timi tadında öğlen 12.00'den önce başlamamış oluruz dedik. ;) Urla'nın sahilindeki görüntü neredeyse tüm Ege balıkçı kasabalarında gördüğümüzün aynıydı.
İçeride ise çok daha büyük bir hareketlilik vardı. Urla Sanat Sokağı her ne kadar bir hafta sonu olduğu kadar kalabalık olmasa da kafeleriyle, dükkanlarıyla canlı ve gezmesi en keyifli yerlerdendi. Kahve molamızı burada verdik o yüzden. Kahvaltıdan yeni kalktığımız için yerel enginar yemeklerinden yemek üzere Beğendik Abi'ye uğramayı bir sonraki sefere bıraktık. Biraz alışveriş, sokak arası gezme, fotoğraf turlaması yaptıktan sonra artık bağlara gitmeye hazırdık.
İlk durağımız en uzaktaki bağ olduğu için "gitsek mi gitmesek mi" diye çok düşündüğümüz, daha sonra İsocum'un gaz vermesiyle gitmeye karar verip nihai değerlendirmede en favori duraklarımızdan biri olduğuna karar verdiğimiz MMG Şarapçılık oldu. İyi ki gitmişiz, iyi ki yer çekimiyle aktarma, manuel presleme gibi geleneksel yöntemlerle yılda yaklaşık 25,000 şişe üretim gerçekleştiren bu butik tesisi görmüşüz, iyi ki işini büyük bir keyifle ve tutkuyla yapan Meltem Hanım'la tanışmışız, iyi ki de şaraplarına aşık olmuşuz. Bornova Misketi, Mourvedre, Cabernet Sauvignon ve Syrah gibi üzümleri gece hasadı ile toplayan MMG'nin bağlarına bakan terasına mutlaka uğramalısınız. "Orada bir taş ev var uzakta, o ev bizim evimiz mi acep?" diyorsanız da cevabım "evet, orası da MMG'nin butik oteli olarak çok yakında hizmet vermeye başlayacakmış." Bu arada yol üstünde son derece eğitimli bir Alevi köyü olan Bademler Köyü'nü de gezebilirsiniz.
İkinci durağımız organik tarım sertifikalı USCA oldu. Avukat bir çiftin emeklilik hayali ve projesi olarak 2003 yılında bağlarının alınması, 2012'de ise üretim tesisinin kurulması ile başlamış bu hikaye. Yıllık 30,000 şişe üretim yapan butik bir üretici USCA da. İç mekan dekorasyonu ve bahçesi inanılmaz keyifli. Şaraplarına isim olarak Shakespeare'in sonelerini seçmişler. Ve her bir sone o şarabın karakterini yansıtan cinsten. Bu fikre bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Dolayısıyla artistik puanlama da en yüksek notu USCA'ya veriyorum. Ayrıca tadım günü en sevdiğim Bornova Misketi'nin MMG olduğunu sanmıştım ama eve gelen şaraplar arasında daha tadına vararak içtiğimizde fark ettim ki aslında gönlümün Bornova Misketi birincisi de USCA'nınkiymiş. Yani Sonnet 5, yani Shakespeare'in 5. sonesinden bir alıntıyla anlatacak olursak "Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek.. Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek." Bir kez daha ilgiye, özene, zevke ve tutkuya aşık olarak yolumuza devam ediyoruz.
Sırada gönlümüzün her daim efendisi, şaraplarının çoğunu halihazırda tanıdığımız, çünkü artık butik şarapçılık aşamasını geçmiş, Bağ Yolu'nun en büyük üretim tesisi olan Urla Şarapçılık bulunuyor. Elbette yine butik şarap üreticisi sayılıyor burası da ama diğerlerinin yaklaşık on katı büyüklüğünde bir üretimden bahsediyoruz bu kez. Yıllık 250-300 bin litrelik üretimi olan tesisin bir de bağ manzaralı 2 Rooms adlı butik oteli var. Adı üstünde sadece iki odası olan bu otelde kalmak istiyorsanız çoook öncesinden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Urla Şarapçılık'ın en sevdiğimiz şarapları arasında zaten bayıldığımız Urla Nero d'Avola-Urla Karası, Urla Vourla ve Tempus dışında, orada tanıştığımız beyaz Urla Symposium (biz bu Bornova Misketi'ne bayıldık dostum!) ve Urla Boğazkere var.
Üç durağın ardından akşam yemeği öncesi otelde bir dinlenme molası versek mi derken yine o nefis yollar, harika hava ve ilahi şarapların etkisiyle olsa gerek otelimize en yakın durak olan Mozaik'e de uğramaya karar verdik. Burası da atlar ve şarap tutkusunu bir araya getirerek hayallerini gerçekleştiren bir aile işletmesi. Zaten her durakta ilham verici hikayeler, gerçekleşen hayaller, tadım yaptıran pırıl pırıl genç kadınlar, rüya gibi bir doğa, nefis lezzetler ve üstüne itinayla sıkıştırılacak her çeşit hayvan olunca ben içmeden de sarhoş olabilirdim sanıyorum. "Şarabımız bizim küçük bir sırrımız; şarabımızdan aldığınız her yudum, sizinle o sırrı paylaştığımız an olacaktır..." diyor Mahrem şaraplarının üreticisi Mozaik. Urla'da biraz İtalyan esintisi yakalamak için de gelmeniz gereken bir durak, çünkü Sangiovese, Montepulciano, Corinto gibi İtalyan kökenli üzümlerden yapılmış nefis şarapları da bulabileceğiniz bir yer burası. Ayrıca ilk kez bir atla çok feci samimiyet kurduğum bir yer olarak da unutulmazlarım arasında.
Otele dönüp üstümüzü değiştirip, biraz dinlendikten sonra nefis pizzalarının methini duyarak akşam için yerimizi ayırttığımız Urlice Şarapçılık'a gidiyoruz. Burada artık tadım falan değil önceliğimiz, karnımızı doyurmak! ;) Gerçekten de harika bir pizza ve bir şişe Urlice Cabernet Sauvignon ile bağ turunun kapanışını yapıyoruz. Bize eşlik edenler arasında muhteşem bir manzara, menüde gördüğümüz şirin notu yazan bu çok keyifli işletme ve en sonunda servis yapan çocuğu "kediyi de paketleyeyim mi sizin için?" diye sormak durumunda bırakacak şekilde yanımdan, kucağımdan ayrılmayan nefis bir Tekir var. Üstte sağdaki resimde boşlukta kalan kafasını öyle bir elime yatırıyordu ki elimi çekerken kafası aşağı düşüyordu maymunun.;) E ben de düşmesin diye kucağıma alıp alıp yedim kendisini tatlı niyetine.
Otele döndüğümüzde o meşhur Ege rüzgarı çıkmış olmasa eminim havuz başında oturup bir şişe daha söylerdik ama verilmiş sadakamız varmış ki rüzgar çıkmış. O gün on gibi bayılınca ve ertesi gün uyanınca ne kadar içtiğimizi fark edebildik zira. Ama o kadar değdi ki. Sanki bambaşka diyarlarda, bir masal dünyasında gün geçirdik biz İsocum'la. Emeği geçen herkese binlerce takdir ve teşekkür. Anlatılmaz yaşanır bir deneyimmiş bu doğrusu. Hazır dolar ve euro bu seviyelerdeyken Bordeaux, Toscana ya da Napa Valley'e gidemem şarap tatmaya diyorsanız ;P, Urla'ya buyurabilirsiniz bence. Eminim ağzınız kulaklarınızda döneceksiniz.
Minik iki not:
1) Oradan şarap alıp taşımaya hiç gerek yok. Arabayla bile gidecek olsanız o kadar şişeyi getirmek anlamsız ve şarabın kalitesini bozan bir durum. Her bağa siparişlerinizi veriyorsunuz, bir gün sonra kargoyla İstanbul adresinize geliyor. Kaş'a iki günde geliyormuş tabi, olsun iki günlük şarabımı taşırım yanımda ben de. ;)
2) Tadım ücretleri genellikle 25 TL civarında. Ama şarap satın alırsanız zaten o ücreti almıyorlar. Bunun tek istisnası USCA idi. O konuda biraz cık cık yaptık kendilerine, haberleri olsun. Elbette İstanbul'da bulamadığınız ya da bulduklarınız için de daha uygun fiyatlarla alabileceğiniz yerler buralar. O yüzden şarap severseniz akıllı alışveriş kapsamında bence bir şarap bütçesi ayırarak gitmenizi öneririm.
Bizim için şimdi hazırlanma zamanı, yolculuk Eski Foça'ya bizimkilerin yanına. Urla-Foça arasında da kaptan şoförünüz bendeniz, muavin ise İsocum olacak. Kemerleri bağlayın o zaman, yola çıkıyoruuuz! ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder