Belgesel izlemeyi çok seviyorum. Ama merak etmeyin, “ben sadece belgesel ve cnbc-e dizileri izlerim, başka da bir şey için açmam televizyonu, programlar çok banal” falan demeyeceğim. Gerçekten gün içinde televizyonu hiç açmam, ama akşamları izlediğim birkaç program da olur mutlaka… Bunların arasında zamanında yayınlanmış olan gelin-kaynana programlarına bile bakmışlığım vardır hani.. Zaten mutlaka bir şey öğrenmek için televizyon izlenmesi gerektiğine de inanmıyorum… Sırf eğlence olsun diye, bazen boş boş bakmak için, bazen sevdiğin bir dizi ya da talk show için de televizyonu açmanın bir zararını görmedim henüz.. Ama tabi sabah Seda Sayan’la başlayıp, öğlen bir doz Esra Ceyhan alıp, akşamüstü bir Serdar Ortaç ya da Mehmet Ali Erbil yarışması izleyip, sonra magazin programı benzeri Ana Haber bültenlerini izledikten sonra, zap yaparak 4 ayrı diziyi aynı anda takip edip, yatmadan önce de gece yarısı yayınlanan kim, kiminle, ne yapmış programlarını seyrederseniz beynin sulanması mümkündür diye de düşünmüyor değilim. :)
Gelelim belgesellere.. Öyle her çeşit belgeseli izlemem.. Vahşi doğa belgeselleri ve doğal afetlerle ilgili olanlar favorilerimdir.. Bir zamanlar Digiturk’te Animal Planet kanalı vardı mesela, oradaki belgeseller süper olurdu. Kanal kapandıktan sonra sadece National Geographic ve Discovery Channel ile baş başa kaldık. Bunlarda da daima istediğiniz tarzda belgesel bulma olasılığınız olmuyordu. Ama artık süper bir kanal var Digiturk’te: National Geographic Wild. Ya da seksi ismiyle “Netciovaayld!” İşte yeni kanalımı buldum…
Belgesel izlemenin şöyle bir yan etkisi oluyor.. O konuda da hemen uyarayım sizi… Vahşi doğada bile hayvanların belli bir uyum içinde bir arada yaşama duygusunu, dayanışmayı, temel ihtiyaçları için avlanmak dışında hiçbir canlıya zarar verme güdülerinin olmadığını, çiftleşme ritüellerini gördükçe insanların kafataslarının içinde bir beyin olup olmadığından şüpheye düşüyorsunuz. Mesela birkaç örnek verelim:
2 saatlik bir leopar belgeselinin bir bölümünde küçük leoparımız 7 aylık falan oluyor ve artık annesinin yanından ayrılıp, kendi başına avlanmak istiyor… Hem aç hem de kendisini kanıtlamak niyetinde… Normalde korktukları vahşi maymunlardan birini gözüne kestiriyor… Bu maymun sürünün içinde olmadığı için ona saldırabileceğini düşünüyor.. Aralarında bir kovalamaca başlıyor ve en sonunda ağacın tepesinde leoparın zaferiyle avlanma süreci sona eriyor. Maymun ölüyor! Ama o da ne? Maymunun içinden çıkan bir şey yere düşüyor!!! Meğer maymun doğurmak üzere olan bir dişi maymunmuş ve içinden çıkan şey ise canlı bir bebek maymun!! Küçük bir plastik top büyüklüğünde ve tüysüz olan bu yavru yavaş yavaş ilerlemeye çalışıyor… Bizim leopar önündeki yemeğini bırakıp aşağı iniyor.. Maymunu elleriyle yönlendirerek, korunaklı bir yerde dursun diye ağacın dalına çıkarıyor.. Maymun sürekli kıpırdanma halinde, dalın üzerinde yürüyor, düşecek gibi oluyor, vs.. Bizim vahşi (!) leoparın resmen huzuru kaçıyor, zarar görmesin diye nazikçe boynundan tutarak alıyor yavru maymunu patilerinin arasına ve gece boyunca onu yalayarak ve ısıtarak kollarının arasında uyutuyor…
İnanamıyorsunuz değil mi? O zaman bu linke tıklayarak kendi gözlerinizle görebilirsiniz:
http://picasaweb.google.com/onguntan/LeoparAndTheBaboon/photo?pli=1#5063715536494150882
Bunu gördükten sonra henüz iki yaşına bile girmemiş 18 aylık bebeğe annesinin (!) ve bir grup adamın yaptığı iğrençlikler aklınıza gelmiyor mu? Üzerinde sigara söndürmekten, uyuşturucu vermeye, dayağa ve cinsel istismara kadar ömrünün 18 aylık bölümünde bu kadar eziyet gören o kız bebek sizce insan olarak doğduğu için şanslı mı? Ya da mesela, sokak kedilerine, köpeklerine eziyet edenler sizce insanlar mı?
Başka bir örneğe gelelim: Pandaların çiftleşmeleri! 2 yılda bir falan çiftleşiyorlar ve dişiler de pek bir nazlı! 5–6 erkek tek bir dişi ile çiftleşmek için üstünlüklerini kanıtlamak için birbirleriyle savaşıyorlar. En sonunda bir tanesi mücadeleden galip çıkıyor ve gururla dişi pandanın yanına gidiyor! Ama o da ne? Dişi pandamız onu beğenmedi, canı hiç istemiyor ve hatta galiba başı ağrıyor.. :) O kadar savaşmış ve kızışmış durumda olan erkek panda arkasını dönüp, gidiyor ve uzaktan kabul görmeyi bekliyor. Ama tık yok! Dişi pandanın en sonunda canı çiftleşmek istiyor, ama kötü haber: bizim kahraman erkek pandayla değil, başka bir tanesiyle.. Onlar çiftleşirlerken köşesinden izleyen kahraman pandamız ise en sonunda vazgeçip, başka diyarlara doğru uzaklaşıyor..
Yani bir ayı (!) bile beş ayılık kavgadan çıkıp, hak ettiğine fazlasıyla inanıp, gidip dişisinin karşısına “Ya benim olursun ya da kara toprağın” demiyor.. Tecavüz etmek aklına bile gelmiyor. Dişinin çiftleştiği diğer erkek pandayı köşede kıstırıp, haddini bildirmeyi düşünmüyor. “Ulen bunca zahmete girdim, saatlerdir yaralanmadık yerimiz kalmadı, gösteririm ben onlara,” demediği gibi, dertlenip intihar falan da etmiyor. Kabullenip, normal hayatına devam ediyor.. O zaman aklınıza bunca tecavüz, birbirine hem fiziksel hem psikolojik şiddet uygulayan çiftler, Taksim meydanında ya da tatil yörelerinde turist kızlara yapılanlar, mini etekle sokakta yürümeyi imkânsız hale getiren başka tür ayılar (!) ya da kadın olmasa da olur diyip vitrin mankenlerine tecavüz eden aciz sapıklarla ilgili haberler gelmiyor mu? Bu durumda dişi pandanın, sarhoş kocasının her akşam “Yat ulen aşağıya” diyerek çiftleştiği (evet sevişme olmalıydı ama yakıştıramadım) kadından daha şanslı olduğunu düşünmüyor musunuz?
Uzattıkça uzattım ve fark ettim ki bu örneklerden küçük bir kitap bile yazabilirim.. Ama ister timsah, ister yılan, ister akrep, kurt, ayı, aslan, vs olsun, hiçbir vahşi hayvanın bile bir tehdit hissetmediği sürece ya da aç olduğunda avlanma güdüsü dışında, durup dururken sadece şiddet amaçlı, ego tatmini amaçlı ya da açgözlülükle (köpekbalığının ya da aslanın karnını doyurduktan sonra yanında yüzüyorsun ya da kafesine giriyorsun ve sana bir şey yapmıyor… Her anlamda doymak bilmeyen insan(cık)ları düşünün bir de! ) hareket ettiğine şahit olmuyoruz doğada..
İnsanoğlu gelişmiş bir hayvandır diyoruz ya, beyinlerimiz ve düşünce yapımız geliştiği sürece bu gelişim dişe dokunur bir fayda sağlayacaktır. Hırslarımız, açgözlülüğümüz, düşene bir tekme de biz vuralım duygumuz, şiddet eğilimimiz, başkalarına ve doğaya karşı saygısızlığımızdan doğan eylemlerimiz devam ettikçe artık “hayvandan bir farkı yok” lafını bile hak etmiyor olacağız.. Ve maalesef, hayvanın adaletine ve vicdanına bile sahip olmayan insan(cık)lar olarak yaşamaya devam edeceğiz... :(
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder