İlkokul yıllarında öğretmenler toplu müze gezisi yapacağımızı söylediklerinde eminim ki çoğumuz sıkıcı dershanelerden ve okulun havasından kurtulup, dışarı çıkacağız ve ders kaynatacağız mantığıyla otobüslere doluşurduk. Zaten bu müze gezileri de eğitim hayatımız boyunca en fazla iki ya da üç gez gerçekleşirdi ve eserler hakkında hiçbir bilgi almadan öylece boş boş bakıp müzeyi gezer, sonra da eve erken dönünce hangi oyunları oynayabileceğimizi düşünürdük. Hâlbuki bir tur rehberi eşliğinde geziyormuşuz gibi o eserler ve onların tarihi ile ilgili bilgiler edinmiş olsaydık belki de bunu bir alışkanlık haline getirebilirdik.
Yurtdışına çıktığınızda herhangi bir ülke ile ilgili tanıtımı yapılan ilk şeyler nelerdir, hiç düşündünüz mü? O ülkenin tarihi ve kültürüdür. Doğal olarak ilk önce de sizleri o tarihi ve kültürü en iyi yansıtan tarihi eserlere ve müzelere götürürler. Ondan sonra da bizim doğal güzelliklerimiz de var, ayrıca gece hayatımız çok canlıdır veya mutfağımız şöyle zengindir gibi tanıtımlar yapılır. Türkiye gibi yüzyıllardır çeşitli uygarlıklara ve kültürlere ev sahipliği yapmış olan ülkemizin bu anlamda dışarıya tanıtımını yapmayı bırakın, kendi kültürel mirasımızı koruma bilincine bile sahip olmadığımızı düşünüyorum. Tarihi eserlerimizin hali ortada; Dolmabahçe ve Galata Kulesi gibi en önemli yapılar dahi dökülmek üzereler. Restorasyon ve kazı çalışmaları için bütçe ayrılmadığından dolayı Efes’teki çalışmalar yıllardır yabancı firmalar tarafından yürütülmüş ve halen de yürütülüyor (Efes - Yamaç Evler açıldı mı bilmiyorum). Aklınıza gelen her türlü antik kentin (Lidya, Sardes, Zeugma, vs) kazı çalışmasında yabancıların adını görüyorsunuz. Tabi bu çalışmalar yürütülürken başka şeylerin de yürütülüp yabancı ülkelerdeki müzelerde sergilendikleri oluyor haliyle!
Neyse, Türkiye genelini bırakırsak, biz İstanbul’da yaşayanlar arasında bile tarihi eserlerin ve müzelerin birçoğunu görmemiş olanlar bulunuyor. Ayda bir hafta sonunu Nişantaşı’nda ya da Bağdat Caddesi’nde alışveriş yapmak ya da yeni açılan şık bir gece kulübüne, restorana veya kafeye gitmek yerine kültür-sanat gezilerine ayırmak çok zor olmasa gerek. Evimizin Kültür Bakanı olarak ben üzerime düşen görevleri yapmaya çalışıyorum. :) Yeni başlayanlar için önerim öncelikle Sultanahmet Meydanı’nı bitirmeleri olacaktır. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Sultanahmet Camisi’ni gezip, arada da Sultanahmet Köftecisi’nde yemeğinizi yiyerek iki günde burayı bitirebilirsiniz mesela. Bu arada bizim de gezmeyi unuttuğumuz ve çok büyük ve güzel bir müze de var burada: İstanbul Arkeoloji Müzesi. Ben çoktan bu hafta sonu kültür planlarımız içine dahil ettim burayı.
Beyoğlu’na içki içmek dışında gitmeyi düşünürseniz Saint Antoine Kilisesi’ni ve sinagogları gezebilirsiniz. Ayrıca İstanbul’un en sevdiğim müzelerinden biri olan Pera Müzesi’ni gezmenizi mutlaka tavsiye ediyorum. Müze ile ilgili detaylı bilgiye web sitesinden ulaşabilirsiniz: http://www.peramuzesi.org.tr/ Ben İmparatorluktan Portreler katına bayılıyorum. Batılı ressamların gözünden harem, Osmanlı kadını ve giysileri, Sultan portreleri ve Osman Hamdi’nin o ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi’ni görmelisiniz. Ayrıca web sitesinden değişen sergi ve etkinlik programını da takip edebilirsiniz.
Galata Kulesi’ni ve Kızkulesi’ni gezebilirsiniz. Bir hafta sonunu Fener-Balat-Piyer Loti gezisi için ayırabilir ve Fener Rum Patrikhanesini ve Eyüp Camisi’ni görebilir, Piyer Loti’nin o meşhur çay bahçesinde çayınızı içebilirsiniz. Sonra ise Rahmi Koç Müzesi’ni ve Miniatürk’ü ziyaret edebilirsiniz. Bir müzenin illa ki tarihi eser müzesi olması gerekmiyor. Her ürünün bir tarihi olduğunu düşünürsek oyuncaklardan arabalara, işkence aletlerinden çamaşır makinelerine kadar aklınıza gelen her şeyin bir müzesi olabilir.
Hisarları, sarayları, şehir surlarını gezebilirsiniz. İstanbul’da bunlardan bol ne var? Eminim ki Ortaköy ile Beşiktaş arasındaki caddeden binlerce kez geçmiş olanların arasından Yıldız Parkı’na girip II. Abdülhamit’in av köşkü olarak da kullandığı Yıldız Sarayı’nı görmemiş olan birçok insan vardır. Ya da benim gibi evi Ihlamur Kasrı’nın dibinde olup da orayı görmemiş birçokları vardır. Sakıp Sabancı’nın evi olan Atlı Köşk’ün müzeye dönüştürüldüğünü ve birçok değişik sergiye ev sahipliği yaptığını bilmeyenler vardır. Picasso sergisine gitmek için uzun kuyruklar oluşturup, İstanbul Modern’deki Burhan Doğançay çalışmalarını hiç görmemiş olanlar vardır. (Picasso sergisine gidenleri eleştirdiğim anlamı çıkmasın bu cümleden tabi ki, ama “in” bir mekanın açılışına gidermiş gibi Picasso’ya gidip de normalinde oranın bir müze olarak kullanıldığından bile haberi olmayanları ya da kendi kültürümüzün içinden yetişmiş sanatçılarımızdan, eserlerimizden ve müzelerimizden haberdar olmayanları eleştiriyorum.) Bunun dışında binlerce sanat galerisinde (Dolmabahçe Sanat Galerisi, EKAV, Milli Reasürans, vs gibi) binlerce fotoğraf ve resim sergisi yapılıyor. Mutlaka hoşunuza giden bir şeyler çıkacaktır. Mesela EKAV’da Okan Bayülgen’in “Pudra” sergisi vardı, şimdi ise “Küresel Isınmaya 5 Kala” sergisi bulunuyor. Milli Reasürans’ta Nuri Bilge Ceylan’ın “Sinemaskop Türkiye” sergisi açıldı (Hafta sonu kültür programına bunu da dâhil ettim!).
Sonuç olarak, İstanbul’da yaşamanın nimetlerinden faydalanmak, buradaki kültürel ve sanatsal faaliyetlerin zenginliğinin tadını çıkarmak olmalıdır. Bunları da önceliklerimiz arasına koymak için kendimize plan yapmamız gerekiyor. Bir kez alıştınız mı zaten vazgeçemiyorsunuz… 20–23 Nisan kültür sanat programımıza İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni, Ihlamur Kasrı’nı, Sinemaskop Türkiye sergisini eklemiş bulunuyorum. Vakit bulursak Kariye Müzesi’ni de ekleyeceğiz ya da onu daha sonraki bir haftaya erteleyeceğiz. Arada bir gün spor, bir gün sinemadan sorumlu bakan olan kocam sayesinde seçeceğimiz bir film, bir de güzel bir içki gecesi koyarsak muhteşem bir tatil programı ayarlamış oluruz diyorum! Tatile iki gün kaldı, planlarınızı yapmak için az zamanınız kaldı, haberiniz olsun, sonra üşenirsiniz, demedi demeyin… :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder