Yaktın beni Müzeyyen Abla!

İki haftada bir temizliğe gelen kadınımın satışına uğradım bugün.. Hem de bundan iki hafta önceki günümü Ankara’da olduğum için iptal etmiştim. Yani ev 1 aydır ciddi anlamda temizlenmiyordu ve son 15 gündür de evde bekar bir erkek (yani kocam) yaşıyordu!! Pazartesi’den beri nasıl olsa kadın gelecek diye tozlarla birlikte yaşamaya alışmıştım. Dün gece de salonun perdelerini indirdim ve annelerimizin ve hatta anneannelerimizin yöntemiyle küvete deterjanlı sulara yatırarak ön yıkama yaptım. Bu sabah kadın gelince onları makinede yıkayıp asacaktık. Ama saat 10 oldu ve Müzeyyen Abla ortalarda yok!! Evini arıyorum yok, ablasını arıyorum yok, apartmanda temizliğe geldiği başka bir komşumuza sordum o da iki hafta önce kendi evinde görmüş en son! Ev toz içinde, nevresimleri çıkarmışım yatak havalanıyor, çamaşır makinesinin önünde dağ gibi çamaşır, perdelerin bir kısmı duşakabinden sarkıyor, bir kısmı ise hala küvette yıkanmayı bekliyorlar, geçen hafta sonunun gazeteleri piyanonun üstünde yığın halinde duruyor… Yani bir an önce Mr Muscle ya da Persil Adam gibi mucizevi bir kişiliğe bürünmek zorundayım. Ve başardım.. Pırıl Kadın oldum!!! Evimi pırıl pırıl yaptım. Essporto’ya falan ne gerek var.. Perde asarken ve halı çırparken kas çalıştırdım, elektrik süpürgesi yaparken ve koridor boyunca elimde toz bezleri ile dolanırken kardiyo yaptım, nevresim takarken karın ve kol kaslarımı güçlendirdim ve müzik eşliğinde toz alırken ve lavabo ciflerken de dans derslerine katılmış kadar oldum. Sabah 10 ile öğleden sonra 15 arasında gerçekleştirdiğim bu faaliyetler sonrasında Pırıl Kadın hafiften Pestil Kadın’a dönüştü..

En son kendimi de duşa atıp temizledikten sonra battaniyemin altında mırıl mırıl kitap okumaya başladım. Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’sından sonra kendime gelebilmek için daha soft bir şeylere ihtiyacım vardı. Son günlerde Nermin Bezmen’in Aurora’nın İncileri'ni okuyordum ve dün bitirmiştim. Bugün başlayacağım kitabın ise gerilim olması gerektiğini düşünerek Jean Christophe Grange'ı seçtim. Leyleklerin Uçuşu’na başladım ve anında 110. sayfaya geldim. Bu adamın kitaplarına bayılıyorum.. Siyah Kan ve Kurtlar İmparatorluğu’nu da çok severek okumuştum.. Çok sürükleyici ve iyi kurgulanmış polisiye-gerilim romanları yazdığını düşünüyorum.

Saat gecenin biri oldu.. Eşimle birlikte yemek ve içki ve DVD sonrasında az önce onu yatağa uğurladım. Ben de bayılıp uyuyacağımı düşünüyordum ama olmuyor. O kadar yorgunluk sonrası uykumun gelmeyeceği tuttu.. Ben de oturup günümü yazayım dedim. Uykum gelsin diye içtiğim (başka bir şey düşünüyorsam namerdim!) beşinci biramı yudumladığım şu saatlerde zihnim uykuyla dolu olmasına rağmen gözlerim tam tersini söylüyorlar. Fazla yorgunluktan uyuyamama durumu da yorgunluğun üstüne gelen ikinci bir eziyet gibidir ya hani, aynen o durumdayım işte… Ellerim, kollarım, bacaklarım ve tertemiz evim güzel bir uykuyu hak ettiğimi gösteriyor. Bense uyuyamıyorum, uyuyamıy… uyuya… uyu… uy… u….

Hiç yorum yok: