Yaklaşık 2 haftadır İstanbul dışındaydım.. Önce kardeşimin düğünü için Adana, sonra ise tatil için 1 hafta Bodrum.. Her ikisini de detaylı yazacağım, önce elimdeki resimlerin tamamlanmasını bekliyorum.. Ama bu arada yaşanan 3 olaydan dolayı hayatta her türlü tersliğin her an başımıza gelebileceğini, yaşam akışımızın nasıl değişebileceğini, programlarımızın nasıl etkilenebileceğini ve neler için ne kadar hazırlıklı olabileceğimizi bir kez daha düşündüm..
Bunlardan biri kardeşimin düğünü oldu.. Tamamen hazırlıklı olunan bir ortam, her şey en ince detayına kadar planlanmış, nikah şekeri olarak tasarlanan gümüş peçeteliklerden sandalye giydirmelerinde kullanılacak kumaşlara kadar, havuzun içindeki çiçek süslemelerinden mum ve şamdan seçimlerine kadar, nikah masasının görünümünden mönüdeki her bir tabağın içindeki her malzemeye kadar her şey aylar boyunca planlanmıştı. Adana’da havuz başı düğünü riskli olabilir deniliyordu, çünkü Adana çok sıcak olabilirdi, makyajlar akabilir, insanlar bunalabilir, saçlar bozulabilir, herkes ter içinde kalabilirdi.. Ama biz 10 gün öncesinden bütün yabancı hava durumu sitelerindeki derecelere bakıp çok da sıcak ve nemli bir hava olmayacağını öğrenmiştik.. O yüzden gelin ve damat da dahil olmak üzere hepimiz havuz başı düğünü için kendimizi hazırlamıştık.. Düğünün yapıldığı Seyhan Oteli ve ilgili organizasyon şirketi de İncirlik’ten aldıkları hava durumu raporunun gayet iyi olduğunu söylemişlerdi.. Ama o da ne!! 20.30’da nikah kıyılacakken ve saat 20.00 gibi tüm davetliler yerlerine yerleşmişken bir anda kara bulutlar geldi, önce birkaç damla, sonra ise Adana’da yazın asla görülmemiş bir yağmur indirmeye başladı.. Sıcağı düşünürken hiç beklenmedik şekilde yağmura yakalanmıştık… Neyse ki ortam anında kontrol altına alındı.. Misafirler hemen içeri bir salona taşındı.. Yarım saat geç başlayan düğünümüz, 2 saat falan geç bittiği için de (havuz başında olsaydı en geç gece saat 12’de müziğin kapanması gerekiyordu) keyfimizden ve neşemizden eksilen bir şey olmadı..:) Düğünü ayrıntılarıyla yazacağım resimleri alınca..
İkinci olay benimle ilgili olmasa da çok etkilendiğim bir haber oldu. Barış Akarsu’nun ölümü. 29. yaş kutlaması için Bodrum’a giden Barış’ın geçirdiği trafik kazası haberine hepimiz çok üzüldük.. Kim bilir ne kadar keyifle başlayan bir yolculuğun son aşamasındaydılar. Bodrum’a varmışlardı. Eğlenceye hazırlardı. Akıllarında sadece geçirecekleri güzel tatil günleri ve doğum günü kutlaması vardı. İşte bu da hayatı alt üst eden anlık bir deneyim. O korkunç trafik kazasıyla iki arkadaşı anında ölen Barış da fazla dayanamadı ve öldü. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Akademi Türkiye’den bildiğim Barış’ın çok düzgün, kendi halinde görünen, şöhretle şımarmamış bir çocuk olduğunu düşünürdüm. O yüzden CD’sini alıp dinlediğim bir şarkıcı olmasa da ve hatta yarışmadan sonra bir daha hiç izlemediysem de onun ölümüne gerçekten çok üzüldüm. Umarım burada olduğundan daha iyi bir yerlerdedir.
Üçüncüsü ise Bodrum’da 5 çift olarak çıktığımız tatildeki (bunu da daha sonra detaylı anlatacağım) bir çiftimizin erkeğinin gazi olması ile ilgili.. İlk iki gün deliler gibi sörften voleybola, bisikletten kanoya, dalıştan bananaya koşturan grup erkeklerimizden bir tanesi ikinci gün voleybol oynarken sakatlandı.. Halk arasında diz dönmesi denilen şey başına geldi.. Anında Özel Bodrum Hastanesi’ne götürüldü ve bacağı boydan boya alçıya alındı. Cumartesi günü kontrole gittiğinde ise 6 hafta boyunca takması gereken özel bir aparatla hastaneden ayrıldı. Ortopedide son derece önemsiz bir şey, kırık falan da değil ama tatil zamanı insanın sinirini bozan bir sakatlık oldu maalesef… Ona rağmen Ozan arkadaşımızı takdir etmemek mümkün değil diye düşünüyorum. Çünkü Bodrum gece turu ve tekne turu da dahil koltuk değnekleriyle bizlere eşlik etmeyi başardı.. Hatta bu ufak sakatlığın tadını bile çıkarmaya başlamıştı son günlerde.. Yemeğe ya da sahile geldiğinde değnekleriyle vurduğu anda hepimiz el pençe divan karşısına geçip şezlongunu, şemsiyesini hazırlayıp, yemeğini içkisini önüne getiriyorduk..:)
Yani sonuç olarak yaşamın o anki akışını alt üst eden farklı önem derecelerine sahip üç olay yaşandı gözümüzün önünde.. Hazırlıklı olmak ne derece önemlidir ve ne kadar hazırlıklı olabiliriz diye düşünmeden edemedim. Ayrıca hayırlısı olmuştur mutlaka diye düşünmek önemlidir (birinci ve üçüncü durumlar için bunu düşünebiliriz.. Çünkü belki de yaşanan bu terslikler daha kötü bir şeylerin gerçekleşmesini önlemiştir) ama bu değişikliklerden biri insanın hayatına mal oluyorsa bunda hayır aramak eminim ki çok zor olacaktır.. Hayatımızın bir anda değişebilecek kadar pamuk ipliğine bağlı olması biraz tedirginlik verici sanki! Belki de her gün bu şekilde olayların eşiğinden döndüğümüz durumlar yaşıyoruzdur ve farkında bile değilizdir… Belki öldükten sonra Tanrı’ya bize hangi durumlarda koruyucu meleklerini yardım için gönderdiğini sorabiliriz.. O da bize açıklayabilir mesela: “Bak sevgili kulum, seni şuradan geçerken trafik kazasından korudum, şu sokakta kapkaça uğrayacaktın ama son anda girmekten vazgeçtin, 29 yaşının ilk günlerinde o kadar isteksiz yemek yapıyordun ki seni korumak içimden gelmedi, bırakayım haşlansın da aklı başına gelsin dedim” gibi..:) Ama buna çok da takılmamak gerek aslında… Önemli olan olumlu şeylerin başımıza geleceğini düşünmek, iyi ve doğru insanlar olmaya çalışmak, başımıza gelen tersliklerin bile olumlu yönlerini görebilmeye çalışmak ve o haliyle de yaşamdan keyif almaya bakmaktır. Siren Ertan'ın lenf kanseri tedavisi görürken söylediği şu sözlere inanıyorum (aklımda kaldığı kadarıyla): "Hayat hem iyi hem de kötü şeylerin bir paket olarak sunulduğu ve şükretmemiz gereken bir armağandır. İyileri alıyorum, kötüleri almayayım deme şansımız yok." Dolayısıyla her nasıl bir durum yaşıyorsak, onu en iyi haliyle yaşamamız gerekir. Ve koruyucu meleklerimizin her daim omuzlarımızda olduğuna inanmak da içimizi kesinlikle rahatlatacaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder