Can Boğazdan Gider!

Atasözlerimizin pek çoğunun hala geçerliliklerini koruduğunu düşünmekle birlikte bazılarının revize edilmesi gerekebilir diye düşünüyorum. Örneğin “Can boğazdan gelir” atasözümüze bir göz atabiliriz.

Sömürü imparatorluklarının hüküm sürdüğü iş ortamlarıyla, 3 günlük ilişkilerin “büyük aşk” olarak ilan edildiği duygusal boyutuyla, tüketim çılgınlığına rağmen giderek büyüyen tatminsizlik seviyesiyle ve daha birçok alanıyla hormonlu olan yaşamlarımızın beslenme bölümüne bakalım mı?

Şu an kalp hastalıklarının nedenleri arasında sigara ile birlikte birinci sırayı paylaşan problemin obezite olduğunu biliyorsunuzdur. Tansiyon ve kolesterol gibi ölümcül olabilecek problemlerin nedeni beslenme bozukluğundan geçiyor. Kanserojen madde içeren pek çok gıda maddesinden dolayı kanserin ortaya çıkmasına neden olan önemli faktörlerden biri de beslenme. Saç ve tırnak sağlığı, selülitler, cilt sorunları gibi sağlımızdan çok güzelliğimizi etkileyen kozmetik sorunların da beslenme ile yakından ilişkisi bulunuyor.

Eğri oturup doğru konuşalım! Doğru beslenme reçetelerini hepimiz ezberledik. Hani günde üç meyve, beş porsiyon sebze ve salata türü gıdalar, iki porsiyon süt ürünü falan öneren örnek beslenme programlarından bahsediyorum. Ama günümüz koşullarında bunu düzenli bir şekilde uygulayabilecek kaç insan var çevrenizde? Peki ya sabahları işe giderken aldığı poğaçasını çayın yanında yiyerek kahvaltısını yapan, öğle yemeğinde yoğun olduğu için ofisine sandviç ya da dürüm tarzı bir şeyler söyleyip yanında kola içen, akşamüstü acıktığında birkaç tane bisküvi atıştıran ve akşam yemeğinde de ya dışarıdan ya da evde pratik yemekler (şinitzel + patates kızartması, pizza, vs) yiyen kaç insan tanıyorsunuz? Diyelim ki doğru beslenme programını uygulamaya karar verdiniz, ne kadar süre sıkılmadan bunu uygulamaya devam edebilirsiniz. Bir ay mı, üç ay mı, beş ay mı? Ama sağlığınızı tehdit eden unsurlar ömür boyu sizi tehdit etmeye devam edecekler.

Moralinizi bozmak için yazmıyorum bunları. Bence buradaki sorun o örnek programlara uymamak değil zaten. Yaşam tarzınıza ve tercihlerinize göre o beslenme programlarınızı hem “nispeten” sağlıklı hem de zevk alacağınız bir hale getirebilirsiniz. Ama burada “nispeten” kelimesi önem taşıyor. Çünkü ben günümüzde tamamen sağlıklı beslenmenin artık pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Hem yüksek tempolu şehir yaşamı hem de reklâm sektörünün başarılı çalışmaları (!) sayesinde karnımız acıktığında gözümüzün önünden haşlanmış brokoliler ya da salatalar değil, kızarmış tavuklar ve iskender tabaklarının geçtiğinden nedense eminim! Fast food restoranları istedikleri kadar salatalı mönülerimiz de var desinler, biz oraya kızarmış patateslerin ve köftelerin tahrik edici kokuları yüzünden gidiyoruz.

Korkarım böyle olmaya da devam edecek, çünkü artık evlerden yükselen yemek kokuları da eskiye oranla oldukça azalmış durumda. Hem evde yemek yapsanız bile kullandığınız malzemelere de kuşkuyla bakıyorsunuz. İçinde binlerce katkı maddesi olan soslar, içecekler, kutulu ürünlerin dışında hormonlu meyve-sebze, antibiyotikli bal gibi sorunlarımız da mevcut! Erman Toroğlu misali hormonlu hıyar konusuna girmeyeceğim, ama o kadar el kol hareketiyle ve büyük bir heyecanla anlattığı hıyarın kamyonda giderken büyümeye devam etmesi hikayesinin de doğru olabileceğine dair bir his var içimde.:) Tabi isterseniz ağırlıklı olarak (nedense!!) Nişantaşı, Etiler, Ulus, Bebek gibi semtlerimizde yer alan organik gıda marketlerinden de mücevher tarttırır gibi ürünlerinizi tarttırarak alışveriş yapabilirsiniz. Aman tartıya dikkat edin, yanlışlık falan olmasın, o kadar para sayacaksınız aldığınız o kuru meyvelere!!

Sonuç olarak bu çağda, bu yaşam tarzlarımızla, bize sunulan bu ürünlerle, reklâmlarla beynimize işlenen sağlıksız ama bir o kadar da çekici yiyeceklerle doğru düzgün beslenmenin hayal olduğunu düşünüyorum. Yapabileceğinizin en iyisi bol su içmek, bol hareket etmek ve beslenme programınıza mümkün olduğunca kaliteli süt ürünü, protein ve hormonsuz görünen (!) meyve-sebzelerden eklemeye çalışmak olabilir (semt pazarlarından meyve sebze alışverişi yapmanızı tavsiye ederim). Ya da mesela benim gibi hafta arasını sebze meyve ağırlıklı geçirip, hafta sonunu kebap, kızartma ve mantıyla geçirebilirsiniz. (son söylediklerim bilimsel tavsiyeler değildir, sadece okuyun, uygulamayın..:) )

Bu arada bu konu nereden mi aklıma geldi? Ağustos sonu yaptığımız ve sürekli yediğimiz iki haftalık tatil dönüşü ancak kendime gelebiliyorum da ondan… Az kalsın can boğazdan gidiyordu anlayacağınız!

Hiç yorum yok: