Müge, beni evden aldı, Beyoğlu'na gittik, Galatasaray yakınlarında Garajistanbul'un otoparkına arabayı bıraktık. Litera'nın önünden geçip İstiklal Caddesi'ne çıkarken önce İngilizce ve dinozorlu çocuk kitapları bulmak için Homer Kitabevi'ne uğradık. :) İçeride çok bayıldığım katalog kitaplardan ne çok varmış meğer! Fotoğraf ve gezi ile ilgili olanlara daldım ben de bir süre. Uzun uzun vakit geçirilebilecek ve bir sürü kitap inceleyebileceğiniz bir yer. Issız Adam'ın ilk tanışma sahnesinin de çekildiği kitapçıdır kendisi. Otoparka yakınken dinozorlu kitapları arabaya bırakalım diye yeniden aşağıya indik ve o sırada Issız Adam'da Ada'nın çalıştığı butiği ve birlikte müzik dinlemeye gittikleri 45'lik adlı küçük barı da gördük. Aklınızda olsun, o butikte çocuk kostümleri satımıyor. Cıvıl cıvıl, çok şeker etekler, bol pantolonlar, takılar ve bluzlar var. Ankara'da Tadım Pizza'nın olduğu pasajdaki Tıytıl tarzı bir yer. Yani Dido'cum sen de bayılırsın oraya! Nisan ayında yazlık giysiler gelecekmiş! Meraklılara duyurulur!
Yeniden caddeye çıkıp Tünel tarafına doğru yürümeye devam ettik. Bu arada yol boyu sanki yıllar öncesinden donup kalmış gibi görünen eski dükkanlara bir kez daha hayranlıkla bakakaldık. Eski bir korseci dükkanı, kumaşçı, haritacı, vs gibi yıllara direnen butik dükkanların önünden geçtik. Dönüşte hiç de Beyoğlu planımızda olmamasına rağmen Bershka'ya girelim dedik ve böylelikle Beyoğlu'nun en arıza kadınıyla tanışmış olduk. Bershka Beyoğlu'nun terbiyesiz mağaza müdür az kalsın bizi düşünce suçundan dolayı güvenlik eşliğinde mağazadan attırıyordu! :) Suçumuz da Müge'nin sevimli bir jest olsun diye hem kendisine hem de kuzenine almayı düşündüğü tişörtlerle resim çektirmeyi ve bu resmi de bastırıp yurtdışında yaşayan kuzenine yollamayı sadece düşünmesiydi! Ama nasıl bir ruh hastasıyla karşılaşacağımızı henüz bilmiyorduk! Elimize makineyi aldığımız anda başımızda bitip, mahalle kavgasında gibi car car bağırıp çağırıp, fotoğraf çekemeyeceğimizi söyleyip (ki insan gibi söylese de anlayabilecek potansiyele sahibiz çok şükür!), zaten önceden de resim çekmiş olduğumuzu iddia edip, güvenliği çağırıp makineden o resmi sildireceği tehdidini savurup, bizi de zıvanadan çıkartan o kadın da günümüze ayrı bir renk kattı. Siz siz olun Beyoğlu Bershka'ya girmeden önce iki kez düşünün! Elimize aldığımız kaç parça şeyi olduğu gibi fırlatıp, sinir içinde uzaklaştık oradan! İşsizliğin kol gezdiği ülkemizde ve dünyada "bunun" (bazı insan formları için "bu" denilebiliyormuş demek ki!) gibi densizlere "Ben mağaza müdürüyüm!!", diye bağırarak ortada fol yok yumurta yokken müşteriye saygısızlık yapma ve suçlu yerine koyma hakkını veren Bershka'yı da bu vesileyle kınıyorum! (Çalışanların kalitesinin kurumsal kaliteyi de belirlediğini düşünen biri olarak bundan böyle Bershka'ya da kafamda bir soru işareti ile bakacağım!)
Neyse, efendim, biraz kendimize gelelim diye House Cafe'ye oturduk. Oradaki sohbet faslı biraz uzun sürdü. Hazır konu dengesizlerden açılmışken başkalarıyla yaşadığımız türlü dengesizlik hikayeleri de aklımıza geldi! Anlayacağınız laf lafı açtı ve çenemiz pek durmadı. Çıkışta bir sergi molası verdik. YKY'nin buram buram kitap kokan (kitap kokusunu bilirsiniz, değil mi?) kitabevi bölümünü gezdikten sonra Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde 13 Mart'ta açılan "Zamanın Görünen Yüzü: Saatler” sergisini dolaştık. Sergi tanıtım yazısından alıntı yapıyor ve sizleri gördüğümüz saatlerin bazılarıyla baş başa bırakıyorum:
"Türkiye’nin önemli müze ve özel koleksiyonlarındaki eserlerden derlenerek hazırlanan sergi; insanoğlunun günü, saat dilimlerine ayıran matematiksel sistemi ve bunu hesaplayan “obje”yi bulmasından 1950’li yıllara kadar geçen tarihi süreci anlatıyor. Bu tarihi süreç içinde saatler; işlevsellikleri, mekanik kurguları, dönemlerinin tarihi atmosferi göz önünde bulundurularak ve haklarında ayrıntılı bilgiler verilerek sergileniyor. Güneş saati, kum saati, silindirik saatler, kule saatleri, gemici saatleri, camii ve meydan saatleri ele alınan eserlerden bazıları."
Sergi çıkışında Ada Kitabevi'nde biraz zaman geçirdik. Aznavur Pasajı'nda bir tur attık. Sonra Suriye Pasajı'ndaki Bay Retro'yu didikledik. Üstüne Cremeria Milano adlı meşhur İtalyan dondurmacısında birer top tiramisulu dondurmamızı yedik ve zaten akşamı ettiğimizin farkına vararak dönüşe geçtik. Trafikte henüz artmamış olduğundan saat 17:30 gibi eve döndüm. Bir arkadaşımın babası ile ilgili üzücü bir hastalık haberi aldım ve bir kez daha şunun farkına vardım ki hayattan keyif almak için çok zengin, çok güzel ya da çok herhangi bir şey olmak değil, yalnızca çok sağlıklı olmak yetiyor.
Sağlıklı olduktan sonra hayatımızdaki mutluluğu ve keyfi yaratmak bize kalıyor. Evet, belki bu da çok kolay bir şey değil, ama en azından böylesi bir dünyayı oluşturmak için katlanılan zorluklar hastalık sürecinde yaşanılan zorluklarla karşılaştırılamayacak kadar hafif ve hatta keyifli bile olabilirler. O yüzden en başta şu an ailesinin yanında olan o arkadaşımın babasına sonra da hepimize sağlık dolu günler diliyorum. Geri kalan her şeyin üstesinden bir şekilde geliriz nasılsa!
2 yorum:
İmgoş,
ben bayılırım clandestinodaki eteklere falan.. süper bi yer.. harbi cıvıl cıvıl.. özellikle saç bantları tavsiye olunur.. hatta ordan çıkıp ara cafede de bi dondurma yiyin.. hatta bigün yiyelim :)
Dido,
İçeri girer girmez sen aklıma geldin zaten.. Tam senin tarzın yaa.. Yazlıkları görmek için bir ay sonra falan tekrar gideceğim.. Kesin birlikte gidelim.. Dondurma da yeriz tabi..:)
Yorum Gönder