Özledim...

Sevdiği biri ölünce, insanın içinde kırk bir tane mum yanarmış. Sonraki her gün bir mum söner, kırkıncı gün son kalan mum ise ömür boyu yanarmış.


O kırk birinci mum yanarken içimizi de ömür boyu yakmaya da devam eder mi dersiniz? Yoksa yanmasının tek amacı artık farklı bir dünyadan bizleri izleyen o çok sevdiğimiz insanı ömür boyu unutmamamızı sağlamak mıdır?

Bir yerlerden aklımda kalmış olan bu mini hikayenin kaynağını bilmemekle birlikte emin olduğum tek bir şey var: Gideni unutmak mümkün değil! Ve giderek azalacak olsa da her hatırladığınızda içinizde oluşan o hüzünlü sızıyı da yok etmek mümkün değil!

Anneannem aramızdan ayrılalı tam kırk gün oldu. Bu akşam Ankara'da, onun evinde, onun için dualar okunacak. Ben de İstanbul'dan ona dualarımı göndereceğim. Belki de onu topluca son anışımız olacak bu... Ama kendi içimizdeki anmalar asla son bulmayacak.

Bu kırk gün içinde aklıma geldiği o kadar çok an oldu ki! Neler mi? Örneğin, galiba geçen haftaki kandilde elim telefona bir türlü gitmeyince onun yokluğunu bir kez daha hatırladım. Her kandilde onu mutlaka arardım. Aramamı beklemez sanardım, ama beklermiş meğer! Cenaze için Ankara'da toplandığımızda annemin kuzenlerinden biri söylemişti. Her kandilde ve bayramda "İmge arar bugün," dermiş onlara da gururla. (Ben de her doğumgününde onun aramasını beklerdim. Çünkü anneannem beni asla unutmazdı! Bu sene o telefonun gelmemesinin eksikliğini nasıl hissettim bilemezsiniz.)

Uzun zamandan sonra ilk kez canımız bira isteyip de üst üste lıkır lıkır bir sürü şişe bira devirdiğimiz bir gece anneannem aklıma geldi. O olsa "Ne o öyle, şehriye çorbası gibi bira mı içilirmiş?" derdi, kendimize zarar verdiğimiz için bize kızarak. "Anneanne yaa, şehriye çorbası ne alaka? Bira böyle içilir işte.. Sana da vereyim mi bir bardak?" dediğimde başını iki yana sallayarak güler "Tövbe tövbe.." derdi.

İso'cumun vitrinde görüp beğenip bana aldığı bir süet yeleği görür görmez anneannem aklıma geldi. Neden mi? Çünkü yelek tam bir süs yeleği! Yani giymelik değil, aksesuar olarak kullanılacak bir şey. İki yanda incecik ve uzun iki şerit ve arkasında da küçücük bir kumaş parçası! Yani anneannemin gördüğünde, "Yazık yazık, buna mı para verdiniz?" diyeceği ve iki yandan tutarak önüm kapanıyor mu diye çekiştirip, konrol edeceği türden bir giysi formu. Yelek diyince doğal olarak anneannemin aklına süeter gibi insanın bedeninin üst ön ve arka kısmını kaplayan, kolsuz ve önden düğmeli bir şey gelirdi. Yani sadece o türden bir yeleğe verilen bir paraya acımazdı! Ya da mesela eski görünümlü soluk renkli kotlar ya da giysilere verilen paraya da acırdı! Bir de hiç anlayamadığı bir iç çamaşırı vardı. O da g-string'di! Anneannemi az çok anladığınıza göre bunu da neden çamaşırdan saymadığını tahmin edersiniz herhalde. Anneanneciğime göre g-string bir külot türü değil, ancak bir "kapak" olabilirdi! :)

Başka nasıl ve ne şekilde aklıma geldi derseniz, her akşam portakalımı yerken aklıma geliyor diyebilirim. Portakalın kabuklarını da kemirme gibi bir huyum olduğundan daha önce bahsetmiş olabilirim. Bilerek kalın kabuklu portakallar alırım ki içindeki o beyaz kısmı da kemireyim. Üniversitede anneannemlerde kaldığım üç yıl boyunca anneannem o kabukları kimseler görmesin diye nasıl saklayacağını bilemezdi! Apartmanın kapıcısı çöpleri toplarken bizim bıraktığımız çöp torbasında kemirilen portakal kabuklarını görüp de "bu kızı aç bırakıyorlar herhalde" diye düşünmesin diye kabuklar başka bir poşete sarılıp öyle atılırdı. :)

Herhangi birine "Üşeniyorum.." dediğim anlarda aklıma geliyor küçük kadın. Ona "üşeniyorum" dediğim her seferinde "Üşenenin oğlu kızı olmazmış!" derdi. Hiç yorum yapmadan ona bakıp sırıttığımda ise "pek üzülmedin galiba buna" derdi.

İlk aklıma gelen örnekler bunlar olmasına rağmen hemen hemen her gün aklıma geldiğini düşününce birlikte sandığımdan da çok şey paylaşmış ve konuşmuş olduğumuzu fark ediyorum. Rüyamda hasta halini görüp hıçkırarak uyandığım ve bana o acı çeken günlerini hatırlatan tek bir gün dışında hep beni gülümseten ve içimi ısıtan anları anımsıyorum. Aramızdaki ilişki açısından bir tane bile kötü hatırladığım hikayemiz olmadığı için şükrediyorum. Hatta bunun bir ilişki açısından ne kadar önemli bir lütuf olduğunu fark ediyorum. Onun torunu olduğum için daha da mutlu oluyorum.

Kırkıncı mum da söndü, Küçük Kadın! Kırk birinci ise içimi aydınlatmaya ve ısıtmaya sonsuza dek devam edecek! Yeniden kavuşacağımız o güne kadar huzur içinde uyumana devam et, şekerparem...

5 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

Anlattıkların o kadar tanıdık ki.. Sadece ilerleyen zamanlarda için bu kadar acımayacak,onu söyleyebilirim.
Allah sabır versin.Mekanı cennet olsun.

Adsız dedi ki...

Canım anlattıklarını biraz hüzün, biraz tebessümle okudum.Nur içinde yatsın.Tekrar allah sabır versin.Mekanı cennet olsun inşaallah.

Imge dedi ki...

Asortik Krep ve Mehtap,

İkinize de çok teşekkürler. Hepimizin hayatta olan sevdiklerinin uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmeleri dileğiyle..

beyza dedi ki...

Allah sabır versin, mekanı cennet olsun inşallah... Anlattıklarınız banada çok tanıdık, bende dedemi kaybetmiştim benzer şekilde, benim için çok değerliydi... Allah sizlere uzun ömür versin...

Imge dedi ki...

Beyza,

Çok teşekkürler.. Allah senin dedeciğine de çok iyi bakıyordur umarım..Sevilen bir aile büyüğünü kaybetmk gerçekten çok berbat bir duyguymuş.. Böyle duyguları eninde sonunda yaşayacağımıza göre zamanlı ve nispeten daha az eziyetli yaşamak dileğiyle..

Sevgiler..