Beşiktaş İskelesi'ndeyim. Artık Eminönü'ne gidiş-gelişlerimi Boğaz Hattı seferlerine göre ayarlıyorum. Böylelikle o korkunç trafiğe girmeme gerek kalmıyor. Bana en uygun vapur saatleri ise 12:45'te Beşiktaş'tan kalkış ile 15:25'te Eminönü'nden Beşiktaş'a dönüş oluyor. Vapurla Eminönü'ne gidiş sadece 15 dakika sürüyor. Süper değil mi? Eğer işiniz daha da uzayacaksa saat 17:00 civarında ve sonrasında da vapurlar var. Aklınızda olsun! Beşiktaş İskelesi'nin yapılışından günümüze kadarki öyküsünü de ikinci resimde bulacaksınız.
Bu arada Kavaklar ile Eminönü arasında çalışan Boğaz Hattı artık yukarıda resmini gördüğünüz klasik Beşiktaş İskelesi'nden değil, sağında yer alan Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi'nden kalkıyormuş. Bu iskeleden ise yine eskiden olduğu gibi Kadıköy vapurları kalkacakmış. İşte kendi vapurumu beklerken görüntülediğim bir tanesi kalkmak üzere..
Eminönü'nde iner inmez Galata Kulesi'nin karşı kıyıdan görüntüsüne bir kez daha bayılıyorum. Bundan 8-9 sene önce, bu kuleye çıktığımı hatırlıyorum. Aynı şekilde Topkapı Sarayı'nı da o dönemlerde gezmiştim. İkisini de bir kez daha gezmek ve bol bol fotoğraflarını çekmek istediğimi fark ediyorum. İstanbul Arkeoloji Müzesi de hâlâ programım arasında var zaten. Acaba geçen bayram tatilinde Dido&Ongun ikilisinin yaptığını mı yapsak? Bir Müze Kart alıp, gezdiğimiz ama yeniden görmek istediğimiz ve hiç görmediğimiz müzelerden oluşan karma bir kültür programı mı ayarlasak?
Neyse, önce iş! Yayınevine uğruyorum. Çevirisini yapacağım kitabımı alıyorum. Biraz sohbet edip yaklaşık kırk dakika orada zaman geçirdikten sonra Mısır Çarşısı'na gidiyorum. Klasik durağım Malatya Pazarı'ndan eksik baharatları, tatlı ve salatalarda bol bol tükettiğimiz cevizi, şarabımıza eşlik eden peynir tabaklarımızdan eksik olmayan kuru kayısı ve üzümü alıyorum. Tabi bir de dışını yiyip, içini attığım soyalı fıstıklardan! :) Sonra çarşının çıkışındaki peynircilerden birindeki eski kaşarın tadını beğeniyorum. Ondan da bir parça alıyorum. O sırada tezgahlardaki salata malzemelerinin tazeliği gözüme çarpıyor. Roka ve atom salatalarımı da aldıktan sonra saatin 15:00'e yaklaştığını görüyorum. Bu da Kahve Dünyası'na oturmak için zamanım olduğu anlamına geliyor. Yayınevinden çeviri için aldığım kitap dışında incelemek üzere de bir kitap almıştım. Sıcak kakaomu içerken o kitaba da biraz göz atıyorum. (O kitapla ilgili ilk intibam: Shyamalan'ın Village'ını andırıyor gibi!)
Yarım saatlik mola sonrasında dönüşe geçme zamanı geldi. 15:25 vapuruna biniyorum. Vapurun kalkmasına daha 15 dakika var. O sırada vapurdan da birkaç fotoğraf çekmeye karar veriyorum. Buradaki karmaşıklığa ve curcunaya o kadar bayılıyorum ki!
Vapurun kalkmasına birkaç dakika kala çok keyifli ve kalabalık bir İtalyan grup çoluk çocuk vapura biniyorlar. Bol kahkahalar, mimikler ve jestler eşliğinde yapılan yüksek sesli sohbetler, vapurun büfesinden çay ve kağıt helva alışları, çocukların canavar taklidi yaparak birbirlerine saldırışları... Elimde değil, gözlerimi bu keyifli gruptan ayıramıyorum. Yüzüme de koca bir gülümseme yerleşiyor. Bu gamsız tasasız halleri, kadın, erkek, çoluk çocuk duygularını dışa vurabilme ve kendilerini rahatça ifade edebilme konusundaki ustalıkları çok hoşuma gidiyor. Bu görüntünün nedeninin tamamen kültürel farklılıklardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşünüyorum. Ya da "turist olmak" ile ilgili bir şey olabilir mi diye düşünüyorum! İso'cumla birlikte ellerimizde haritalar ve ayağımızda botlarımızda yabancı bir ülkede kendi keşiflerimizi yaparken biz de bu kadar keyifli görünüyor muyuz diye düşünüyorum. En sonunda gamsız-tasasız görüntünün turist olmak ile, duyguları özgürce ifade edebilme yetisinin ise kültür ve yetiştirilme tarzları ile alakalı olduğuna karar veriyorum. O sırada Beşiktaş kalmasın!" sesini duyuyorum. Vay be, gelmişiz bile! Ne çabuk!
Notlar:
1) Midye dolma sevenler için bir önerim olacak. Bu gidişimde uğramadım, ama her gidişimde mutlaka Namlı Şarküteri'nin midye dolmasından üç dört tane götürürüm ve size de şiddetle tavsiye ediyorum. Benim hayatımda yediğim en lezzetli midye dolmaların onlar olduklarını söyleyebilirim.
2) Bu arada Karaköy'den geçerken de Namlı Gurme'yi gördüm. Buranın kahvaltı yapmak için çok popüler bir yer olduğunu duymuştum. Görüntüsü de süper görünüyordu. Denenebilir!
3) Çok sevdiğim İstanbul Modern'in vapurdan görüntüsü karşısında bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Bu kadar zevksiz, döküntü ve hatta depo gibi görünen çirkin bir yapının çok önemli müzelerimizden biri olması biraz ironik değil mi? İçinde sanat barındıran bir yerin dış görünüşü de biraz olsun estetik olmalı diye düşünerek buradan yetkililere seslenmiş olayım. Birileri acil olarak İstanbul Modern'in binasına el atsın lütfen!!
2 yorum:
Eminönü'ne gitmişken bir de Kurukahveci Mehmet Efendi'nin Türk Kahvesi'nden almak gerekir özellikle bayram zamanı inanılmaz bir kuyruk ama bir o kadar da seri bir paketleme/satış oluyor :)
Bu arada Modern'in görünüşü gerçekten kötü ama içeriden manzarası da bir o o kadar güzel diyebilirim :)
Bizde Türk kahvesi sadece kayınvalidemin bize gelişlerinde içildiği için Eminönü'ne her gidişimde Kurukahveci Mehmet Efendi'ye uğramıyorum. Sadece o nefis kokuyu içime çekerek yanından geçip gidiyorum..
İstanbul Modern konusuna gelince.. Balık ekmek satılan teknelerin de pek çoğunun içinden bakınca dışarıdaki manzara güzel! Çünkü İstanbul'un en güzel kıyılarında yer alıyorlar.. Ama bir modern sanatlar müzesinin kendi görüntüsü konusunda bir balıkçı teknesinden daha hassas olması gerekir sanki..
Yorum Gönder