Yelkenlimin içinde güvenli sularda yol alıyordum. Sağım, solum, önüm, arkam, altım, üstüm masmaviydi. Gündüz güneşin içimi ısıtmasının, akşam ise yukarıdan bana göz kırpan yıldızlara kadeh kaldırmanın tadını çıkarıyordum. Gamsız, tasasız, rahat, huzurlu, olabildiğince mutlu bir hayat sürüyordum...
Sonra bir anda bir şey oldu!
Gökyüzünü kapkara bulutlar kapladı. İçimi ısıtan güneş yok oldu, yerine içimi titreten buz gibi bir hava geldi. Kara yakındı ve fırtına kopmadan limana sığınabilirdim, ama sanki bu kez inadına daha da açıklara gidiyordum. Sonra daha fazla inatlaşamayacağım bir noktaya geldim. İşte o noktada teslim olmaktan başka çarem yoktu. Durdum! Nazlı nazlı süzülen yelkenlim içimi dışıma çıkaracak kadar şiddetli sarsılmaya başladı. Gerçekten de içim dışıma çıktı ve adeta taştı. Yağmur yağmadı ve kara bulutları dağıtmadı... Ya da dev dalgalar içimden taşanları temizlemeye yetmedi. Yelkenlim tıpkı bir lego gibi açık denizlerde (pardon okyanuslarda) parçalara ayrıldı. Her parçası bir yana savruldu. Tabi ben de öyle...
Grimsi koyu lacivert dalgaların kimi zaman üzerinde kimi zaman içinde giden bir sörf tahtası gibiydim. Ama beni doğru düzgün yönlendirebilecek sörfçüleri çoktan üzerinden atmış bir sörf tahtası! Köpekbalıklarının şekil itibariyle kendine yaklaşıp, sonra bu ruhsuz ve kaskatı tahta parçasına bulaşmamaya karar verip, uzaklaştıkları bir sörf tahtası! (Eee, köpekbalığı mutlu kurbanın etinin leziz olacağını iyi bilir! Mutsuz olanı yemeyi bırak, dişlemez bile! Bir de mutlu olanı mutsuz etmek varken, neden halihazırda omuzları çökmüş, yüzü düşmüş, keyfi kaçmış olanla uğraşsın ki!?)
Neyse, dediğim gibi teslim oldum bekliyorum. Hatta iyice dibe daldım, nefessiz bekliyorum. Ne olacaksa olsun işte! Köpekbalığı da gelebilir, dalgalar da beni yutabilir, donabilirim, aç ve susuz da kalabilirim. Bir gürültü mü duydum ne? En diplerden başımı kaldırıp, gökyüzüne doğru bakıyorum. Havai fişek gösterisi yapılıyor gibi yukarılarda bir yerlerde. Havai fişeklerin hepsi de beyaz renkli ama... İzlemeye de bayılırım. Off, çıkıp bir baksam mı? Zaten sıkıldım artık bu kadar basıncın altında hiçbir şey yapmadan durmaktan. Hatta korkmaya da başladım. Tamam, çıkıyorum!
Çıkmamla birlikte üzerime ılık yağmur damlaları düşmeye başlıyor. Bu kadar kapkara bulutun, fırtınanın, tufanın ardından böylesine rahatlatıcı, ıpılık bir yağmur beklemiyor insan doğrusu. Hımm, o da ne? Yüzümü ısıtan ve aydınlatan bir şeyler de var gibi. Bir yandan yağmur yağarken, bir yandan sıkı sıkıya kenetlenmiş bulutların arası açılıyor. Küsüyolar, uzaklaşıyorlar birbirlerinden. Böylece arkalarına hapsettikleri güneşime de fırsat doğuyor. Bulduğu ilk aralıktan içimi ısıtmaya başlıyor. Sonra bütün bulutları kovuyor etrafından. Yukarıdan bir gökkuşağı uzatıyor bana. Bir ucu kendi elinde, diğer ucundan da ben tutuyorum.
İçimin ısındığını, yüzümün aydınlandığını gören okyanus bütün köpekbalıklarını uzaklaştırıyor yanımdan. Onun yerine bir yunus sürüsü yolluyor hemen. Sürünün lideri beni sırtına alıyor ve kendinden emin bir şekilde götürüyor beni bir yerlere. Yine teslim oluyorum. Bu seferki daha güzel bir teslimiyet ama... Önceki gibi çaresizliğe, umutsuzluğa, karanlığa değil... Dolu dolu sevgiye, umuda, aydınlığa... Dağılmış, dalmış, didinmekten, dövünmekten darmaduman olmuş kendimi dingin bir şekilde yunusa bırakıyorum. Gevşiyorum, huzur buluyorum, yüzüme vuran ılık esintiyle uyuyakalıyorum...
Bir sonraki durağımda cennet gibi bir adadayım. Yunuslar çoktan gitmişler. (Tüh, keşke bir teşekkür edebilseydim onlara..) Palmiyeler, bembeyaz kumlar, turkuaz bir okyanus, sımsıcak bir güneş, bir dolu egzotik meyve kokusu... Burnuma bir de lavanta kokusu geliyor gibi... Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle yanımda uzanan ve aşina olduğum o lavanta kokusunun kaynağına bakıyorum. Küçük hırıltılarla derin uykularda. Bir süredir uzaklarda olduğumun farkında, ama döndüğümün değil. Uykunun kollarında daha da ısınmış göğsüne sokuluyorum yavaş yavaş. Otomatik hareketlerle sarılıyor bana sıcacık. Aslında cennette yaşadığımı bu kadar geç fark etmiş ve kısa bir süreliğine de olsa kendime cehennemler yaratmış olmama sinirlenecekken vazgeçiyorum. Artık mırıl mırıl cennetin tadını çıkarma zamanı çünkü...
(Not: Bu arada blogun güncellenmediği süre boyunca diplerde değildim. O yüzden benim için endişelenmenize gerek yok. Son yazımdan sonraki birkaç gün içinde su yüzeyine çıkıp, doya doya nefes almaya başladım, ama bloga dönebilmek için yoğunluğumun biraz azalmasını bekledim. Ve işte beklenen an geldi! İmge karşınızda! Hoşgeldim! Değil mi? :) )
13 yorum:
Ruh halimiz o kadar benziyor ki İmge... Ne güzel Cennetine kavuşmuş olman. Cehennemler olmasa Cennet'in kıymetini hiç bilemeyiz.
Nice güneşli ve az fırtınalı yolculuklara yol açsın yelkenlin...
Hoşgeldin, özletmiştin zaten. Cennetin tadını çıkar ;)
Sevgili Imge;
Sana da böyle bir yazı ile dönmek yakışırdı. Bu ne guzel bir anlatim !!! Ne olur bir kitap yaz...
Selamlar
B
Imge Hanım;
Siz kesinlikle daha uzun ve daha sık yazmalisiniz. Harika bir anlatim stiliniz var.
Mutlu dunyaniza hos geldiniz...
Burcu,
Hepimizin yelkenlilerinin sakin sularda ve pırıl pırıl güneşin altında ilerlemesi dileğiyle..:)
Ata,
Hımm, özlendim demek! Hemen şımarırım, ona göre..:)
Bivet,
Çok teşekkürler.. Şimdilik çeviriyle idare ediyorum..:) Umarım ileride bir gün kitap(lar) yazabilirim. Hayallerimden biri de bu zaten...
Salman,
Hoşbuldum! :) Yaz rehaveti içinde daha uzun ve daha sık yazma sözü vermeyeyim, ama en azından uzun molalar vermemeyi düşündüğümü söyleyebilirim. Sevgiler..
hoş geldiniz ben yorum bıraktımmı bilmiyorum??bloglara yolculuk etkinliginde linkinizi verdim readerden izliyordum ziyaret etmek isterseniz icmdkiyolculuk.blogspot ayrıca yorum bıraktıysam özür unutuyorumda ama emege saygı konusunda hassasım ona maksuben
sevgilerimle
Oh bee sonunda:) Tam yazilarini ozledigimi yazmistim blogumdaki yoruma, sonra donup bakinca seni burada gormek sabah sabah yuzumu guldurdu:) Hep cennette kalmak dilegiyle:)
İçimdeki Yolculuk,
Zeynep'in Güncesi'nden öğrendim blogunda benden bahsettiğini. Çok da hoşuma gitti, teşekkürler.. Link verdiğin sürece bana ayrıca bildirmene gerek yok. Elbette, haber verildiğinde daha da mutlu oluyorum! :)
Nymphea,
Çok teşekkürler..Senin yorumun da benim yüzümü güldürdü valla..:)
Sevgiler..
ben çok unutkanım ya en son vukatım küçük kürek ve fırçayı buzdolabına koydum :))yazdığımıda unutmuşum:))
hadi hoş geldin bir daha antalyaya yolun düşerse bi komşun var
ollley :)dönmüşsün:)))
:))
hoşgeldin tabiki şekerparem,yazılarının hepsine yorum yazmasam bile takip ettiğimi biliyorsun..sabah gazetelere ve bloguna bakmak alışkanlık olmuştu valla eksiklik hissetmeye başlamıştım vede birhoş olmuştum:))
Annoş,
Hiç bir hoş olma şekerim, nazar olduk, geçti ayol!! :)
Yorum Gönder