Sonraki durağımız Plaza de Espana'da Cervantes heykelinin bulunduğu park. Burada Cervantes'in heykelinin yanı sıra Don Kişot romanındaki karakterlere ait heykelleri de görüyoruz. Örneğin hemen arkamda at üstünde duran ve yeldeğirmenlerine karşı savaş açmış iki kahramanın bronz heykelleri gibi...
Daha sonra sırasıyla Kraliyet Sarayı (Palacio Real), Kral III. Charles tarafından şehre giriş kapısı olarak tasarlanan Alcala Kapısı, Cibeles (yani bereket tanrıçası Kibele) ve Neptün Çeşmeleri, ünlü alışveriş caddesi Gran Via, Sol Meydanı , Real Madrid'in stadyumu ve Plaza Mayor (Büyük Meydan) gbi şehrin belli başlı yerlerini geziyoruz. Bunların bazılarını otobüsle görüyor, bazılarında ise otobüsten inip kısa süreli fotoğraf molaları veriyoruz. Zaten bu sıralarda İso'cumla bir an önce otelimize bavullarımızı bırakıp şehri kendi başımıza keşfetmeye can atıyoruz. Aşağıdaki resimlerde önünde durduğum heykel ise şehrin simgesi haline gelmiş olan ayı ve çilek ağacı heykelidir. Bunun hikayesi ise şöyle: Madrid’in ilk adının Latince’de ayılar diyarı anlamına gelen “Ursaria” olduğu söyleniyor. Dolayısıyla o dönemlerde şehrin etrafını saran ormanlarda bu görüntülere sık sık rastlanırmış.
İlk gün için bu kadar şehir turu yeter. Otelimize dönüyoruz. Otelimiz boğa güreşlerinin yapıldığı arenanın da bulunduğu Ventas bölgesine çok yakın. Zaten adı da Rafael Ventas. Rafael otelleri zincirinin Ventas bölgesinde bulunanı. Dört yıldızlı ve harika bir otel. Tertemiz ve kocaman odaları ve banyosu bulunuyor. Önünde metro durağı var. Kahvaltısı muhteşem. Madrid'e gideceklere gözü kapalı öneririm. Daha detaylı incelemek isteyenler buraya bakabilirler.
Şimdilik bu kadar. Sırada Prado Müzesi var. Şans eseri gezmeye zaman bulduğumuz bu muhteşem müzeyle ilgili yazacaklarımla en ksıa zamanda karşınızda olacağım. Benden ayrılmayın! :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder