Müge'yle buluştuğumuzda farkında olmadan nasıl da aylar geçtiğini bir kez daha anladık. Neredeyse Mayıs ayından beri görüşmüyormuşuz meğer. Ne kadar uzun bir süre değil mi? Üstelik aynı yakada ve birbirimize yürüme mesafesinde oturmamıza rağmen. Geçen hafta Gizem'le ve ondan önceki hafta da Ezgi'yle buluştuğumuzda da aynı şeyi konuşmuştuk. buluşmalar arasında aylar geçmesi normal bir şey mi acaba? Hem de sözde hepimizin tam zamanlı çalışanlara göre çok daha fazla zamanı olmasına rağmen! İstanbul şartları mı, hayat şartları mı, tembellik mi olduğuna karar veremedim bunun nedeninin... Ama ne olursa olsun ortada ekstra çaba gerektiren bir durum olduğu kesin! Ve bu çabayı göstermeye de kesinlikle değiyor aslında. Belki de arkadaş buluşmaları için de işimizin, gücümüzün, modumuzun, programımızın en uygun olduğu zamanı beklemeyip, bir saatliğine de olsa görüşme fırsatlarını değerlendirmeliyiz.
Neyse, işte biz de dün öyle yaptık ve daha uzatmamaya karar verip Nişantaşı'nda buluştuk. Önce Cafe de Paris'in yanına ve Starbucks ile Cafe Nero'nun karşısına açılan Zamane Kahve'sini denemeyi düşünüyorduk. Adı ve diğerlerinin arasındaki bizden biri duruşu hoşuma gitmişti doğrusu! Ama dışarıdaki masalar dolu olduğundan ve içerisi de tam bir pastane ortamı olduğundan dolayı oturmaktan vazgeçtik. Bunun yerine Mim Kemal Öke Caddesi'ne döner dönmez karşımıza çıkan Den Cafe'yi tercih ettik. Kapuçino ve limonatalarının tatlarını ve sunumlarını beğendiğim bu şirin kafenin ortamı da ferah ve sıcaktı. Vitrinde görünen tatlıları da çok leziz görünüyordu, ama bu kez onları denemedik. Birçok yiyecek çeşidi olmasına rağmen tatlı ve kahve için gidilmeye daha uygun bir yer olduğunu düşündüm. Çalışanlarının güleryüzlülüğü, ilgisi ve ortamın temizliği de diğer artılar olarak söylenebilir. Sonuçta Nişantaşı'nda küçük bir mola için Den'e gidebilirsiniz. Buranın işletmesini yapan grubun aynı zamanda Milli Reasürans Çarşısı içinde yıllardır hizmet veren Corridor'u da işleten grup olduğunu da hatırlatayım. Dolayısıyla burası da uzun ömürlü bir yer olabilir gibi geldi bana.
Eve gelip biraz dinlendim. ("Domuz gibiyim, bana bir şey olmaz" derken burnum falan akmaya başlayınca "Eyvah, domuz gribi mi oldum acaba!" diye panik içindeyim bu aralar. İki gündür inanılmaz bir halsizlik, hafif burun akıntısı, sabahları boğazda yanma gibi belirtiler mevcut. Bu bizim bildiğimiz grip sanırım, ama hayırlısı diyelim. Bayramda ayakta olabileyim diye spora falan da gitmiyorum. Yoksa ben dişe diş yöntemimle ya yatağa serilene ya da kendisini püskürtene kadar üstüne gitmeye devam ederdim ya neyse! O da gördü bu pasif halimi, üstüme üstüme geliyor kerata! Bayramdan sonra hesaplaşacağız onunla!) Neyse, uzattım yine galiba...
Şimdi ise sırada Devlet Tiyatrolarının görmek istediğim üç oyunu daha var. Birincisi Kod Adı Kongo , ikincisi Vahşet Tanrısı ve diğeri ise Töre. Ama ilk üç dört sıranın ortasında izleme takıntım olduğu için artık ne zamana uygun bir yer bulurum bilinmez. Ama takipteyim! Bence siz de beni takip etmeye devam etmelisiniz! :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder