Fransız restoranı veya cafesi olarak sizlere önerebileceğim yerlerin başında Le relais de l'isle geliyor. Notre Dame'a çok yakın olan bu şirin ve lokal restoranda iki kişi bir şişe şarapla birlikte keyifli bir gece geçirebilirsiniz. (Adres: Rue Saint Louis en l'ile No:37) İkinci önereceğim kafe ise Les Editeurs olacak. 4 numaralı metro hattının Saint Germain des Pres durağında indikten sonra hemen yakınlarda görebileceğiniz bu kafe de genellikle turistlerden çok yerli halkın tercih ettiği yerlerden. Üçüncü olarak Rue de Montogueil'e gitmenizi öneriyorum. Burası çok canlı ve şirin bir cadde ve üzerinde pek çok kafe ve restoran bulunuyor. Kafanıza göre bir tanesini seçip oturabilirsiniz. Buraya 3 numaralı metro hattının Etienne Marcel durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Bunların dışında yine capcanlı ve keyifli bir alışveriş ve yeme-içme bölgesi olan Marais'e gitmenizi öneririm. (Hatta mümkünse Pazar günü gidin, çünkü yakınlarda bir yerde muhteşem bir bit pazarı kuruluyor. Biz akşamüstü gittiğimiz için sonuna yetiştik, ama kapanan tezgahlardan gözümüze çarptığı kadarıyla gerçekten süper parçalar alınabilecek bir bit pazarı olduğunu gördük. Bronz mermer karışımı süper bir saat ve yanındaki iki küçük vazo şeklinde mumluklarından oluşan üçlü antika takım hâlâ aklımda. Gaza gelip pazarlıkta bile makul bir seviyeye geldik, ama o kadar ağır üç parçayı nasıl taşıyacağımız konusuna çözüm bulamadığımız için gözümde yaşlarla ayrıldım kendisinden. Süs eşyalarından az kullanılmış tasarımcı çantalarına, giysiden antikaya kadar her şeyi bulabileceğiniz keyifli bir bit pazarı burası. Aklınızda olsun!) 1 numaralı metro hattının St. Paul ya da Hotel de Ville duraklarından birinde inerek bu şirin semte ulaşabilirsiniz. Burada "Les Philosophes" adlı şirin Fransız kafesinde şarap eşliğinde bir şeyler atıştırabilirsiniz. Ya da ara sokaklarda başka etnik yemekler de deneyebilirsiniz. Örneğin biz Ongun'un tavsiyesi üzerine falafel yedik. Falafel yemek isteyenlere Chez Hanna'yı öneriyorum (Adres: 54 Rue des Rosiers). Aşağıdaki resimde ikimizin önünde durduğu dükkanın adı ise La Ferme Saint Aubin. Burası içinde çeşit çeşit peynirin olduğu bir dükkan. Bavuluna birkaç çeşit Fransız peyniri atmak isteyenlere duyurulur. Burası da Rue Saint Louis en l'ile üzerinde yer alıyor.
Fransız restoranları dışında farklı mutfakları da deneyebileceğimiz bir metropolde olduğumuz için birkaç yemek molamızı da bu tür restoranlarda değerlendirdik. Bunların arasında en öne çıkanının Brüksel midyecisi Leon olduğunu söylemeliyim. Burası kendi biralarını da yapan bir zincir ve pek çok yerde gözünüze çarpacaktır. Paris'te dokuz adet Leon olduğunu belirteyim. Biz ise Saint Germain bulvarı üzerindeki Leon'a gittik. Rose şaraplarımız eşliğinde afiyetle midemize indirdiğimiz tabaklarımızdan her zamanki gibi İso'cumun seçimi gözümde kaldı. Önümdeki kova misali koca tabağa rağmen İso'cumun seçtiği kaşar, domates ve fesleğen soslu midye tabağına bayıldım. Leon'u mutlaka deneyin. Bunun dışında sushisever bir çift olarak Pantheon'u ziyaret ettiğimiz gün o yakınlardaki bir Japon restoranı olan Yaki'ye gittik. Hayatımda yediğim en güzel sushi diyemeyeceğim ama beğendiğim sushilerden biriydi. Eğer siz de sushi seviyorsanız, Pantheon'u gezip, üstüne bir de Lüksemburg Bahçeleri'nde yürüyüş yapıp acıktıktan sonra buraya oturabilirsiniz. (Adres: 4 Rue Gay Lussac)
Gelelim tatlılara... Yani işin en keyifli kısmına. Bence Paris'te yeme-içme konusunda en keyifli şeylerden biri her sokakta ve kafelerin önlerinde onlarcasını göreceğiniz krepçilerin sıklığı. O kreplerin ve üzerine sürülen mikrodalgada ısıtılmış Nutella'nın kokusu sarmış havayı sanki!! Benim gibi sokak gıdalarına ve tatlıya bayılan biri için muhteşem bir durum! Bir de Noel stantları sayesinde keşfettiğimiz Nutellalı Churros vardı ki onun da akıllara zarar bir şey olduğunu düşünüyorum. Kızartma olması nedeniyle mideye de zarar bir tatlı olduğunu söyleyebiliriz. Ama yine de gördüğümüz yerde altılı bir paket almayı ihmal etmedik! :)
Ayrıca yukarıda bahsettiğim Marais bölgesinde ne yerseniz yiyin, üstüne muhteşem bir ekler (eclair) yemenizi şiddetle tavsiye edeceğim. Şimdi sıkı durun, burayı denemeden dönerseniz üzülürsünüz!! Burada sokaklarda dolaşırken CacaoetChocolat diye şirin bir çikolata butiği göreceksiniz (en üstteki resimde İso'cum önünde duruyor). Diğer bir şubesi ise size daha önce bahsettiğim Le relais de l'isle restoranın olduğu yerlere yakın bir yerde bulunuyor. Bu çikolata butiğinin vitrininde sıralanmış beyaz çikolatalı, sütlü çikolatalı, karamelli ve bitter çikolatalı ekler çeşitlerine dikkat! Hayatınızda yediğiniz en güzel ekler olabilirler! Ayrıca buranın sıcak çikolatasını da şiddetle tavsiye ediyorum. Hadi yine iyisiniz, zira bu lezzetleri dener denemez muhteşem İmgeleme tüyolarından birini almış olduğunuzu fark edeceksiniz. :)
Fransızların ünlü macaronlarından yemek için La Duree adlı meşhur pastaneyi tavsiye ediyorum. Onlarca macaron çeşidi arasından en bayıldıklarım fıstıklı, frambuazlı ve vanilyalı oldu. Acıbademe benzeyen bu kurabiyeleri denemenizi tavsiye ediyorum. La Duree'nin stantlarını da pek çok yerde (Galerie la Fayette ya da Printemps ya da Versailles Sarayı gibi) görebilirsiniz. Ancak pastanenin kendisini görmek için Champs Elysees'e buyrun lütfen! Macaronun şık kutularıyla güzel bir hediye alternatifi olduğunu da hatırlatayım.
Bunlar dışında Opera yakınlarındaki Cafe de l'Opera'da bir kahve içip yanında da millefeuille yiyebilirsiniz. Yine kahve içmek için oturabileceğiniz ünlü iki kafe daha bulunuyor. Bunlar yan yana olan Cafe Flore ve Cafe Les Deux Magots adlı kafeler. Saint Germain des Pres durağında inerek ulaşabileceğiniz bu iki kafeden Cafe Les Deux Magots , Jean Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Ernest Hemingway'in sık sık uğradığı ve saatler geçirdikleri tarihi bir kafe. 1813 yılından beri aynı yerinde hizmet veriyor. Bu iki kafenin de diğerlerine göre biraz daha pahalı olduğunu hatırlatayım. Biz daha sonra otururuz diye yanından geçtik, ama sonrasında denemek için vakit bulamadık. Yine de aklınızda olsun.
Elbette Fransa diyince bir de şaraplar akla geliyor. Şarap severim ama bu konuda ahkam kesecek kadar bilgili olmadığım için sizlere ciddi önerilerde bulunamayacağım. Bordeaux şarabına pek bayılmadığımı söyleyeceğim ama dediğim gibi siz beni dikkate almayın. Saint Emilion ve Cote du Rhone bölgelerinde yapılan kırmızı şaraplar favorim oldu. Ama dönüşe geçerken aldığımız şaraplar ise orada hiç içmediğimiz ama önceden beri bayıldığımız "pinot noir" kırmızılarıydı.
Bu güzel şehir ve geziyle ilgili kapanışı da Nazım Hikmet'in Paris ile şarabı özdeşleştirdiği "Paris Üstüne Bilmeceler" şiiriyle yapayım:
Hangi şehir şaraba benzer?
Paris...
İlk bardağı içersin buruktur,
İkincide vurur dumanı başına,
Üçüncüde mümkünü yok masadan kalkmanın.
Garson, bir şişe daha getir!
Ve artık nerede olsan,
Nereye gitsen,
Paris'in ayyaşısın iki gözüm.
Peki, bu blogun sahibesine göre Paris'in ayyaşı olunur mu? Bence kesinlikle olunur! Tadını çıkarmanız dileğiyle...
2 yorum:
merhaba imge,sizi cok gec farkettim sanirim ama olsun yinede buldum sanirim tam dogru yeri.16 , 18 agusts tarihlerinde 3 gunluk paris turumuz icin aciklamalarin cok ise yarayacak sanirim.oyuzden tesekkur etmek sitiyorum.agusts ayinda hem dogum gunum hemde evlilik yildonumumuz esimin bana hediyesi paris.cok da guzel bi supriz oldu.yazilarin icin tesekkur etmek istedim,,,
buarada londrada yasiyorum,yok guzel anlatmissin buralari.herseyiyle guzel sehir gercekten,,,
Ebru selam,
Şimdiden çok keyifli bir tatil geçirmenizi diliyorum. Ayrıca evlilik yıldönümünüzü de kutluyorum. Umarım yazdıklarım işinize yarar. Gördüğün üzere Londra'nıza da bayıldım bu arada..:) Geleli üç hafta olmak üzere ama ben hala Londra yazıyorum..:)
Sevgiler..
Yorum Gönder