Haftayı Kapatırken... Celda 211, Sosa, İstanbul Modern...

Bu hafta neler yapmışım bakalım...

Hafta başında elimdeki kitabın çevirisini tamamladım. Bugün de bir ara yayınevine uğrayıp, kitabımı teslim edip, yeni bir kitap seçeceğim. Çevirisini bitirdiğim bu kişisel gelişim kitabı çok hoşuma gitti, yayınlanınca size de haber veririm mutlaka.

Çarşamba akşamı önce film festivalinde de gösterilen ve kaçırdığım Aşkın Son Mevsimi'ne gitmeye niyetlendik, ama sonra İso'cum da ben de kendimizi halsiz hissedince evde oturmaya ve yine festival filmlerinden biri olan Celda 211'i (Hücre 211) izlemeye karar verdik. Neredeyse o unutulmaz Irreversible filmi kadar kanımı donduran bir film olan Celda 211'e bayıldım. Çok sinir bozucu olmasına rağmen çok etkileyici bir filmdi. (Zaten genel olarak İspanyol filmlerine bayıldığımı fark ettim.) Yönetmenliğini Daniel Monzon'un yaptığı film İspanyol sinemasının en itibarlı ödülü sayılan Goya Ödülleri'nde de 2009'un en iyi filmi seçilmiş. En iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dahil toplam 8 dalda ödül almış.














Mahkumların elebaşı sayılan Malamadre'yi oynayan Luis Tosar gerçekten de çok iyi bir oyunculuk sergilemiş. Gardiyan olarak göreve başlamak üzere hapishaneye bir gün önce giderek iyi bir izlenim bırakmak isteyen Juan Oliver rolüyle Alberto Ammann'ı da çok başarılı bulduğumu söyleyeyim. Tam da o gün hapishanede çıkan isyan nedeniyle Juan'ın iyi bir izlenim bırakma isteği yerini hayatta kalabilme isteğine bırakır. Önceliklerinin birdenbire değiştiği bu anda zihnini meşgul eden bir de hamile karısı vardır. Tek telimeyle muhteşem bir hapishane filmi. Hâlâ izlemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum.

Perşembe günü Dido Metrocity'ye alışverişe geleceğini söyleyip, öncesinde de yemek yemeyi teklif etti. Yemek bölümüne atladım tabi ve Kanyon'da buluşarak klasik sağlık durağımız Sosa'ya gittik. Ve ben her zamanki gibi Sosa'nın ufak tabaklarından nar ekşili mercimek ve ızgara sebze siparişi verdikten sonra pek de sağlıklı olmayan Cola Zero'mu söyledim. :) Sonra Dido'nun dondurma molası sırasında güneş vuran alt kattaki koca şemsiyelerin altında sohbete devam ederken tam bir yaz havası yaşadığımızı fark ettik ve kafamızın üzerinde çıkan düşünce bulutlarındaki görüntüler neredeyse gözle görülür bir hal aldı: kumsalda şezlonglara uzanmış, hasır şapkalarımızı takmış, birimiz dondurma yiyor, diğerimiz buz gibi içkisini yudumluyor (hangisinin hangimiz olduğunu ayırt etmek çok kolay olacaktır bence :) ), önümüzde masmavi Akdeniz, az sonra iskeleden atlayacağız ve ısınan vüzutlarımızdan resmen "cos" sesi çıkacak... Aaah ah, derken saatin 14:30'a yaklaştığını fark edip gerçek dünyaya döndük. Dido alışverişe bense Gizoş'la buluşup İstanbul Modern'e...

İstanbul Modern'de Şubat sonundan 23 Mayıs'a kadar devam etmek üzere açılmış olan Gelenekten Çağdaşa adlı sergiyi uzun zamandır görmek istiyordum. Önümüzdeki hafta eve kapanmam gerekebileceğini düşünerek (sonra anlatırım) bu hafta sergiyi görmek istedim. İstanbul Modern'in Perşembe günleri ücretsiz gezilebildiğini de biliyorsunuzdur. Küratörü Levent Çalıkoğlu olan sergide toplam dokuz sanatçının 105 eseri yer alıyor. Adı üstünde modern ve çağdaş sanatın geleneksel sanatlarla olan ilişkisine odaklanılmış. Erol Akyavaş, İsmet Doğan, İnci Eviner, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Selma Gürbüz, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Murat Morova ve Ekrem Yalçındağ’ın çalışmalarının yer aldığı sergide şahsen favorilerim Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Balkan Naci İslimyeli bölümleri oldu.














Bu arada süreli sergilerden bir diğeri olan İçimizdeki Zaman adlı fotoğraf sergisini de gezmeyi ihmal etmedik. Bu Pazar sona erecek olan bu fotoğraf sergisinin de görülmeye değer olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Rusya ve Yunanistan’dan fotoğrafçıların yapıtlarından oluşan bu sergide de toplam 15 fotoğrafçının (her ülkeden 5) 151 fotoğrafı yer alıyor. Bu bölümdeki favorilerim ise Ivan Mikhailov'un Megapolis (Büyükkent) ve Berk Bilgin'in Lost Memories (Yitik Anılar) fotoğrafları oldu.

(İstanbul Modern'de fotoğraf çekimi yasak olduğu için resimleri Radikal, Hürriyet ve bu blogdan aldım.)

Size bol güneşli, gezmeli-tozmalı, eğlenceli, sanat dolu, bol kahkahalı bir hafta sonu dilerken Pazartesi günü benden haber almazsanız panik olmamanız gerektiğini de hatırlatıyorum. Salı ya da Çarşamba ses verebilmeyi ümit ediyorum. Daha Cabo da Roca'ya gideceğiz, değil mi? :)

6 yorum:

Adsız dedi ki...

celda 211. kesinlikle katılıyorum. şiddetle tavsiye edilecek dehşet bir film! zaten ispanyol filmlerini sevenler bu filmi de sever. ya da bu filmi sevenler ispanyol filmlerini zaten sever.:)

Imge dedi ki...

:))

evhobi dedi ki...

3 yazılık 3 ayrı konuyu tek yazıda anlatmışsınız. :)
Hapishane filmleri biraz kasvetli geliyor genelde.

Imge dedi ki...

Bazen böyle her telden derleme yazılar yazmak zorunda kalıyorum, çünkü blogumun da yaşananlara yetişmesini istiyorum..:)

Sevgiler..

Kolyekolik dedi ki...

işalla bizim bu seneki yazlık planı kanyondaki hayallerle sınırlı kalmaz!! (ongunun tıkanık burunlu amca efektiyle oku bunu) :)))))

Imge dedi ki...

Dido,

Eyvah eyvaahh!! O efektle okuyacaksak durum vahim demektir. :))) Sizin plan yatmaya o kadar müsait değildir bence.