Sao Jorge Kalesi, Güneş Kapısı ve Alfama Sokakları

Buraya kadar gezdiklerimiz ilk yarım güne sığdırdıklarımızdan oluşuyordu. Yani asıl gezimiz şimdi başlıyor! Ve ilk olarak da şehrin en tepesine kurulmuş olan Sao Jorge Kalesi'nden başlıyoruz. Şehrin her yerine yürünebilir demiştim ya size, işte Kale'ye yürümeyi gözümüz yemediği için nostaljik sarı tramvaya atlayarak tıngır mıngır tırmanıyoruz daracık sokaklardan. Yakışıklı sürücünün "Kaştellooo, Kaştelllooo!!" diye nağmeli nağmeli bağırmasıyla kale için inmemiz gereken durağa geldiğimizi anlıyoruz. Zira Portekizcede "Castelo" kale demek ve "s" harfi "ş" gibi okunuyor. Yani bu güzel şehirlerine de "Lişjboa" gibi bir şey diyorlar.

Tramvaydan indiğimiz yer Güneş Kapısı olarak bilinen ve muhteşem manzarasıyla Lizbon'daki en sevdiğimiz noktalardan biri olan bir nokta. Lizbon'u İstanbul'a çok benzettiklerini defalarca duymuştum. Benim ise şehri en çok İstanbul'a benzettiğim nokta burası oldu. Başka günler de buraya gelip buz gibi birer bira eşliğinde güneşi batırdığımız oldu. Lizbon'a gideceklere mutlaka bunu yapmalarını tavsiye ederim.














Daha sonra dar ara sokaklardan çok az bir süre tırmanarak Kale'ye çıktık. Sao Jorge Kalesi'nin bulunduğu bölgede M.Ö. 6. yüzyıldan kalma izler bulunmuş olsa da kalenin en fazla M.Ö. 2. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıkarılmış. Uzunca bir dönem Müslümanların elinde kalan Kale, 1147 yılında Portekiz'in ilk kralı Afonso Henriques tarafından yeniden fethedilmiş. 14. yüzyılda ise bu kale Kral I. Joao tarafından savaşçı Aziz George'a (Sao Jorge) adanmış. Sarayın içinde İslami kalıntıların olduğu alan, arşiv ya da Ulysses Kulesi olarak bilinen kule de dahil olmak üzere pek çok kule, kemer, avlu ve değişik kalıntılar bulunuyor. Ve ağaçlıklı yolları ve manzarası da harika!














Burayı bitirdikten sonra bitişik nizam, balkonlarında çamaşırlar sallanan, kapıları açık - yalnızca perdeleri çekilmiş evlerin sıralandığı daracık Alfama sokaklarında dolaşarak Se Katedrali'ni de görüyor ve öğle sıcağında kendimize uzun bir yemek molası veriyoruz. Alfama bence Lizbon'u en çok tanımlayan yer. Şehrin en eski ve 1755 Lizbon depreminden en az etkilenmiş bölgesi. Başkentin göbeğinde bir köy yaşamının hüküm sürdüğü, hüzünlü havasıyla beni çok etkileyen yerlerden biri oldu. Kaleden başlayıp Tejo Nehri'ne kadar uzanan bu semtte yeterince zaman geçirdiğinizden emin olun. (Alfama'nın ara sokaklarında çektiğim resimleri bu yazıya eklediğim için yeniden koymuyorum.)

Sırada Belem var...

Hiç yorum yok: