Perşembe gününü yorgun, bunalımlı ve sinir içinde geçirdikten sonra sabah ola hayrola diyerek yatıyor ve Cuma sabahı saat 9'da matkap sesleriyle uyanıyoruz! Bizim siteye göre sezon açılmadığı için Haziran ayında tadilat yapılmasında da bir sakınca görülmemiş anlaşılan! Yataktan kalkıp ön balkona gittiğimde ise yan sitelerin sahilinideki taşları toplamak için gelen kamyonla karşılaşıyorum. 10 dakika daha yatakta direnen annem de arkamdan geliyor ve kahvaltımızı yapıyoruz. Taşları sahilin belli bir yerine yığan ve bunu yaparken de kendinden büyük bir toz bulutu çıkaran kamyon manzarası ve takırtıları çayımıza eşlik ediyor!
Artık cinler tepeme çıkmış durumda. Şahin Abi'den bizim sitenin önündeki taşların ne zaman temizleneceğine dair net bir bilgi alamadığım gibi 15 Haziran'a kadar kimsenin poposunu kaldırmayacağına dair güçlü sinyaller alıyorum. Bunun üzerine İso'cumu arıyor ve benim dönüş biletimi Pazartesi akşamına değiştirmesini rica ediyorum:
"İso'cum burada boş yere oyalanmayayım ben. Pazartesi dişçi randevumu hallederim, akşam da yanında olurum. Sen de biletlerini iptal et. Çevirimi falan yaparım ay sonuna kadar. Temmuz başında gelirim olmazsa buraya. Sen de yine bir hafta sonu beni almaya gelirsin."
İso, her zamanki gibi istersem biraz daha sakin olup hafta sonunun geçmesini beklememi öneriyor. Belki bir şeyler düzelir, sizin sitenin önü de temizlenir falan diyor ama dellenen bir İmge'yi durdurabilene aşk olsun! Karar verildi, kalem kırıldı! (Ah biz her şeyi kontrol edebileceğimizi düşünen fani yaşam şımarıkları!)
Benim taş toplayan adamdan, markete, Şahin Abi'den, yöneticiye kadar önüme çıkan herhangi birine dalabilme potansiyelimin farkına varan annem bana hiç bulaşmamaya azami dikkat ediyor. Zaten arada bir yaptığı teselli yorumları da katil bakışlarım karşısında donup kalıyor. Ben de kaçınılmaz olanın tadını çıkarmak adına Tansu Çiller'in zamanında boş havuzda güneşlendiği gibi kendimi arka balkona atıyorum ve deniz kıyısında yaşamamıza rağmen balkonda yere serdiğim minderin üzerinde güneşlenip, Charles Dickens'ın Büyük Umutlar (durumum göz önünde bulundurulduğunda pek manidar!) kitabını okumaya çalışıyorum. Akşam yine koşu yapmaya çıktığımda Şahin Abi'ye de bir kez daha sitem ediyorum. "Aşk olsun Şahin Abi. Geldiğim gibi gidiyorum sayenizde.. Pazartesi'ye aldım biletimi." Şahin Abi her zamanki cool tavrıyla "Aynen değiştirelim o biletini, hiçbir yere bırakmayız seni," diyor ama benim kararım kesin!
Akşam yemek için annemle balkonda buluştuğumuzda gecenin 9'unda hâlâ takır tukur sesler çıkararak çalışan kamyonun sesi karşısında sinir krizine giriyor ve kahkahalara boğuluyoruz. Denek fareleri gibiyiz! Adeta sabrımızın sınırı test ediliyor. Huzur yok bu kez bize. Neyse artık, demek bir daha bu kadar erken sezon açmayacağız diyor ve biralarımızı açıp gecenin ikisine kadar sohbet ediyoruz. Sinir içinde geçen zamanın telafisi.:)
Cumartesi sabahı saat 10:00'da annemin "İmge kooşşş!!" çığlığıyla uyanıyorum. Annem uyanmış ve sahile bakarak gözlerini ovuşturuyor ve bana dönerek "Sen de benim gördüğümü görüyor musun? Yoksa ben John Nash mi oldum?" diyor. Gerçekten de plajda tam hayallerimdeki yazlık görüntüsü var. Tertemiz bir sahil, birkaç şezlong ve şemsiye, pırıl pırıl bir deniz, hafif esintili ve güneşli ama bunaltmayan bir Akdeniz havası beni bekliyor!
(devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder