Dört Gözle Beklenen Film ve Bir Kitap

Inarritu'nun yönetmenliğini yaptığı tüm filmlere bayılmış biri olarak ve Javier Bardem'i de uzun zamandır favori oyuncularım arasına aldığım için Biutiful'u da aylardır dört gözle bekliyordum. Hatta Astoria'daki sinemaya her gidişimizde aylar öncesinden asılan afişini gördükçe heyecanlanıyordum bile diyebilirim. Sonunda buluşma zamanı geldi çattı. Biutiful 28 Ocak'ta geldi, ama ne geliş! Filmin ilk günü için yer ayırtmış olan bendeniz filmle birlikte adeta dağıldım diyebilirim.



Barselona gibi güzel, cıvıl cıvıl, canlı, eğlenceli bir şehrin arka sokaklarında neler olduğunu merak ediyor musunuz? O muhteşem güzellikteki liman bölgesindeki dev balık heykelinin bulunduğu kumsala cansız bedenleri vuran kaçak Çinli işçiler de Barselona'yı güzel mi görüyorlardı dersiniz? Ya da sokaklarda sahte çanta satarak geçimini sağlamaya çalışan Senegalli bir adamın gözünden nasıl görünüyordur bu güzel şehir? Peki, ya bu tür "kirli işlerle" acınası durumdaki masöz (!) karısına bırakamadığı iki çocuğuna bakmaya çalışan hasta bir adam şehrin, hatta hayatın ne kadarını görüyordur dersiniz? İşte o adam Uxbal (Javier Bardem) ve hikaye de o adamın hayatını merkez alıyor. Ve bizi darmadağın ediyor. Diğer hayatlar ise yan hikayeler olarak filmin etkisini artırıyor diyebiliriz. O yaşam koşulları ve verilen mücadele insanın içini acıtıyor. O kadar gerçek ve o kadar üzücü ki her şeye rağmen o yaşama bile tutunma çabası.

Bu yaşam kesitini ve karakterin iç dünyasını bu kadar başarılı verebilecek en iyi yönetmenlerden birinin Inarritu olduğunu düşünüyorum. Javier Bardem'i de özellikle bu rol için düşünmüş olması inanılmaz isabetli bir karar olmuş bence. Bardem'i İçimdeki Deniz filminden bu yana hayranı olarak bu filmde de izlemekten çok zevk aldığımı söylemeliyim. "Inarritu bana bir rol değil, hayat tecrübesi önerdi," demiş Uxbal rolü için. O hayat tecrübesinin altından ancak Bardem gibi usta bir oyuncu kalkardı zaten. Filmde öne çıkan diğer isim de Uxbal'ın karısı Marambra rolündeki Maricel Álvarez. Karakterin o zavallı, dengesiz ruh haline sahip, isterik halini o kadar iyi yansıtmış ki. Biutiful, gerçekliğiyle içinizi bunaltacak ama kesinlikle izlemeye değer bir film. Bence kaçırmayın.

Kitap önerim ise Serablog'da gördükten sonra okumaya karar verdiğim J.M.Coetzee'nin 2003 Nobel Edebiyat Ödülü ve 1999 Booker Roman Ödülü almış Utanç kitabı. Bir İlknur Özdemir çevirisi olduğu için de ayrıca keyifle okuduğum bu kitabın da çok iç açıcı bir konusu olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama ilgiyle okuyacağınıza eminim. Romanda orta yaşlı bir profesörün öğrencisiyle ilişkiye girmesinden sonra akademik çevresinden dışlanması konu ediliyor. Bunu büyük bir utanç meselesi olarak görmeyen ana karakter David Lurie, bir süre kızı Lucy'nin seçtiği çiftlik yaşamında zaman geçirmek üzere şehirden ayrılıyor. Burada da utancın farklı bir türüyle karşılaşan David'in belki de ancak o zaman geriye dönüp kendi yaşadıklarını sorgulamaya başlamasına tanık oluyoruz. Bir yandan da Güney Afrika'daki yaşamın gerçeklerine..

İşlediği konular itibariyle rahatsız edici ama son derece etkileyici bir filme ve bir kitaba yer verdim bugün. N'apalım, hayat her zaman "tatlı hayat" halinde yaşanmıyor ne yazık ki. Bunlar da belki birçoğumuza uzak, ama son derece "acı gerçekler"di. Bu yaşamlara da dokunmakta yarar var diye düşünüyorum, ne dersiniz?

2 yorum:

Euphoric dedi ki...

ikisini de not ettim
teşekkürler=)

Imge dedi ki...

Euphoric,
Umarım beğenirsin.:) Sevgiler.