Bu hafta sonu biri evde biri de sinemada olmak üzere iki film izledik. Kesilen bileklerin kolların haddi hesabı yoktu da diyebilirim. Nasıl mı?
İzlediğimiz ilk film 2006 yapımı Wristcutters: A Love Story, yani Türkçe adıyla Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi'ydi. Film sevgilisinden ayrılan Zia'nın bileğini kesip intihar etmesiyle başlıyor. Aslında intihar kulağa bir "son" gibi geliyor, değil mi? Ama bu filmde öyle değil. Çünkü Zia öteki dünyada bambaşka bir yaşama başlıyor. O yüzden bu kez intihar bir başlangıç. Ama çok sıkıcı bir yaşamın başlangıcı. Orada kendisi gibi intihar ederek hayatına son verenlerle bir arada geçirdiği yaşamında da sürekli sevgilisi Desiree'yi düşünen Zia için her şey en az önceki yaşamda olduğu kadar berbat görünüyor. Ama sonra birdenbire bir umut ışığı doğuyor. Desiree'nin de kendi ölümünü duyduktan sonra intihar ettiğini öğrenen Zia için bu umut dolu arayış buradaki yaşamına biraz olsun anlam katıyor... gibi görünüyor. Gerçekte öyle oluyor mu derseniz izlemenizi öneririm. Bilek kesme, intihar, öteki dünya falan gözünüzü korkutmasın. Öyle kasvetli filmlerden değil, aksine oldukça esprili bir film bu. Ya da kara mizah örneği diyebiliriz. Bu kadar bunalım bir konuyu bu kadar keyifle anlatmak ve güldürmek gibi zor bir işi başarmış bu filmi izlemenizi öneririm. Muhteşem oyunculuklar falan beklemeyin, ama çok sevimli ve sonrasında ağzınızda hoş bir tat bırakacak bir film olduğunu söyleyebilirim.
Önereceğim ikinci film ise Pazar akşamüstü Astoria'da sinemada izlediğimiz 127 Saat. Ancak bu filmi belli ön koşullar dahilinde önereceğim: kalbiniz, tansiyonunuz ya da ruh haliniz 127 saat süren bir hayatta kalma mücadelesini izlemeyi kaldırabilecekse, "kan görmeye dayanamam" demiyorsanız, "la la la, çok da keyfim yerinde, hayat ne güzel, hadi gezelim, tozalım, sonra sinemaya da gidelim eğlenelim, la la la..." gibi bir ruh haliyle sinemaya gitmediyseniz bu gerçek yaşam öyküsünü izlemenizi öneririm. Aksi takdirde bu film sizin için travmatik bir tecrübe olabilir. Uyarımı yaptıktan sonra filme geçiyorum.
Deneyimli dağcı Aaron Ralston'un kanyon tırmanışına gittiği sıradan bir hafta sonunda başına gelen tatsız bir kaza sonucu kanyonun daracık, derin vadilerinden birine düşmesi ve kolunun da kocaman bir kaya parçasının altında sıkışmasıyla başlayan öyküsü aynı yerde 127 saat devam ediyor. Ama aynı yerde geçen filmi izlerken bir an bile sıkılmıyorsunuz. Bir yandan Aaron'un hayatta kalmak için verdiği mücadeleyi takdirle izlerken öte yandan aklına gelen görüntüler sayesinde ailesine, eski kız arkadaşına, iş ortamına ve kişiliğine dair de bir fikir ediniyorsunuz. Orada tüm yalnızlığıyla sıkışıp kalmış olan Aaron'un hayatındaki (belki de tercih ettiği) yalnızlığa da bakma fırsatınız oluyor. Onun o gün orada olduğunu bilen bir tek kişinin bile olmaması tesadüf mü yoksa kendisinin yarattığı bir durum mu? Yolda karşısına çıkan kızlarla vakit geçirmeseydi yine buraya sıkışıp kalmış olur muydu? Annesinin telefonuna çıksa her şey farklı mı olurdu? O kaya parçası kendi yarattığı kaderinin bir parçası olarak hep onu mu beklemişti? Zamanın adeta ağır çekimde aktığı o daracık yerde düşünecek çok şey var, ama ne yazık ki yeterince zaman yok. Aaron'un bir an önce bir şeyler yapıp oradan çıkması gerekiyor!! Hem de feci bir şeyler!
Slumdog Millionaire ile tribünlere oynadığını düşündüğüm Danny Boyle bence bu filmde çok başarılı bir iş çıkarmış. James Franco da Aaron rolünün hakkını tam anlamıyla vermiş. İnanılmaz iyi bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum. Yine de orada o kadar teçhizatlı ve deneyimli (suyu ne kadar ölçülü içmesi gerektiğinden kurduğu makara sistemiyle tek koluna rağmen kayayı oynatma çabasına, yere düşürdüğü çakısını alma yönteminden her anını kameraya kaydetmesine kadar her yönüyle profesyonel) biri olmasaydı kurtulabilir miydi diye de düşünmeden edemedim koltukta içim bir hoş halde yamulduğum o anlarda. Ve her şeye rağmen Aaron'un çok şanslı olduğunu. Ve hiçbir zaman bu kadar büyük bedeller ödemek zorunda kalmamayı içtenlikle diledim, hem kendim hem de sevdiklerim için...
İyi seyirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder