Dükler Şehri: Verona

"Verona'nın yolları taştan.." diye şarkılar türküler söyleyerek pek havamızda gittiğimiz Garibaldi İstasyonu'nda az kalsın Roma trenine binip gidiyorduk sayın okurlarım! Meğer panoda yazılanlara değil dijital board'larda yazılanlara güvenmek ve onlardaki anlık değişimleri de kontrol etmek gerekiyormuş. İtalya'ya 2008 yılında turla gittiğimizde de yönlendirme ve sefer saatleri ile ilgili bir dolu uyarı duymuştuk rehberimizden. "Saatlere dikkat etmezler, haber vermeden sefer değiştirirler ya da iptal ederler, bu istasyondan kalkacak derler öbüründen kalkar, bu İtalyanlar böyledir, şaşırmayın, ama dikkatli olun..." demişti bize.. Üzerinden üç yıl geçince unutmuşuz bunları tabi. Baktık saat 09.00'daki trenimiz gelmiyor ve beklediğimiz perondaki dijital ekranda "9.15 Roma" yazıyor bir şeylerin ters gittiğini anladık. Az sonra bizim biletimizde Garibaldi İstasyonu yazmasına rağmen aslında Central Station'dan kalkan trenlere binmemiz gerektiğini öğrenmiş, metroya binmiştik bile. Oradan 9.00'da kalkan treni kaçırmıştık haliyle, 10.00'da da hızlı tren vardı (biz ise 9 EURO'luk ekonomik Trenitalia trenlerinden almıştık) Dolayısıyla saat 11.00'i beklememiz gerekiyordu. O zaman da öğlen 13.00 gibi orada olacaktık ve büyük ihtimalle Garda Gölü'nü görmeye zaman kalmayacaktı. Biz de Cuma planını Cumartesi sabaha almaya karar verdik. Ancak sorumlu turistler olarak biletlerimizi "validate ettirdiğimiz için" (ki trene binmeden önce sarı makinelerde bunu yapmayı unutmayın, yoksa 40 EURO para cezası ödeyebilirsiniz.) şimdi sıraya girip onları ertesi günü kullanılabilir hale getirmemiz gerekiyordu. Çünkü validate ettirilen (onaylanan, geçerli kılınan) biletleri 6 saat içinde kullanılması gerekiyor. Böylelikle 20 Mayıs Cuma gününü alışverişe ayırdık ve 21 Mayıs sabahı "Verona'nın yolları taştan.." diye şarkılar türküler söyleyerek yine düştük yollara.. Ama tren maceralarımızın burada bittiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Maceranın büyüğü Garda Gölü'nde bekliyormuş bizi de haberimiz yokmuş..:))

Kuzey İtalya'nın dükler şehri olarak bilinen Verona çok güzel bir şehir. Bu kez şirin, minik kasaba demiyorum, çünkü yine şirin olmasına rağmen hiç de minik bir yer değil. Gerçi istasyonda indikten sonra otobüslerle Arena'ya kadar gittikten sonra şehrin geri kalanını yürüyerek gezebiliyorsunuz. 


Yukarıdaki kolajda gördüğünüz arena Roma'dakinden sonra İtalya'nın en büyük ikinci arenası. O akşam konser olacağı için hummalı bir faaliyet vardı ve saat 16:00'da ziyarete kapatılacaktı. İmparator Augustus'un hükümdarlığının son yıllarında M.S. 1. yüzyılda inşa edilmiş olan bu devasa yapı ilk yıllarında gladyatör dövüşleri için kullanılmış. Sonraları sirkler, dans gösterileri, boğa güreşleri (1805'tekine Napolyon da katılmış),  turnuva oyunları, mızrak dövüşleri için kullanılmaya devam etmiş. 18. yüzyıldan sonra genellikle opera, bale, konser ve tiyatro gibi sanatsal faaliyetler için kullanılan Arena'da 1913 yılının yazında Giuseppe Verdi'nin doğumunun 100. yılı şerefine sergilenen Aida operasını izlemeye gelenler arasında pek çok ünlü yazar, gazeteci ve eleştirmen varmış. Gorki ve Kafka da o isimlerin arasındaymış.

Arena'dan çıktıktan sonra hemen önündeki Cumartesi günleri kurulan panayırdaki stantlarda gözüme kestirdiğim kuşkonmazlı ve etli risotto'lardan kapıyor ve öğle yemeği molası veriyoruz. Sonra şirin bir alışveriş caddesi olan Via Mazzini boyunca yürüyerek pek romantik bir durağa varıyoruz: Juliet'in Evine (bir sonraki yazımda daha detaylı bahsedeceğim). Sonra şehrin tarihi meydanları olan Piazza Erbe ve Piazza Signori'yi görüyor, eski ve şirin sokaklardan geçip, Lamberti Saat Kulesi'ni (asansörle tepesine çıkıp şehir manzarası izleyebilirsiniz), Anastasia ve Duomo kiliselerini görüp nehre varıyoruz.     


En eski ve özellikli köprü olan Ponte Pietra üzerinden nehri seyredip, nehir kenarında yürüyüp, sütunlara fotoğraf makinesi yerleştirip kendi resmimizi çekip, karşıdaki Roma Tiyatrosu kalıntılarına bakıp (ama uzaktan bakıp, zira gezinin son günü atılan her adımı tasarruflu kullanmakta yarar oluyor!), fotoğraf çekiyoruz.


Ve kapanışı da en sevdiğimiz tarihi meydanlardan birindeki Cafe Filippini'de buz gibi iki kadeh Martini Rosso ile yapıyoruz. 

Şimdi on beş dakikalık tren mesafesindeki Garda Gölü'ne gideceğiz. Saat 17.00 gibi orada olup güneşi batıracağız. Sonra da 20:50 treniyle Milano'ya döneriz. (Dönebilir miyiz dersiniz? :) )

Hiç yorum yok: