Serenad

Zülfü Livaneli beni yine şaşırtmadı. Tüm kitaplarında olduğu gibi yine bittikten sonra üzüldüğüm ve tadı damağımda kalan muhteşem bir öyküyü o güzel üslubuyla anlatmış. Bir an bile sıkılmadan okunan harika bir ana hikaye var ve bir sürü tarihi yan hikayeler. Aslında yakın tarihimizle ilgili çok önemli bilgiler, üstü örtülen sırlarla ilgili çok önemli açıklamalar da var kitapta. Bu anlamda okurun farkındalık ve bilinç seviyesine katkılarının da büyük olduğunu düşünüyorum. Büyük bir araştırma ürünü olduğu belli olan Serenad da diğer tüm Zülfü Livaneli kitapları gibi "tüm zamanların en iyileri" listeme girdi bile.

Elinde keman kutusuyla yaklaşık altmış yıl sonra Türkiye'ye gelen 87 yaşındaki Prof. Max Wagner'i, üniversitede rektörlüğün organizasyon ve etkinlik sorumlusu olarak çalışan 38 yaşındaki, eğitimli, modern bir bekar anne olan Maya, Maya'nın ailesindeki tarihi sırlar ve Wagner'in sırları ortaya çıktıkça anılan Nadia'nın, Mari'nin ve Ayşe'nin geçmişte kalan hazin öyküleri uzun süre aklınızdan çıkmayacak.

Kitaptan alıntıların çoğunu yazacağım bu kez çünkü kitabı kayınvalidemden aldığım için iade edilecekler arasına koyuyorum. Hatırlamak istediğim bazı şeyleri de hem kendime hem de bu blog aracılığıyla sizlere saklamış olayım.

* Kitapta birçok yerde insanoğlunun devlet/iktidar yapılanması aracılığıyla ortaya çıkan zalimliğine değiniliyor. Carl Sagan insanların hâlâ sürüngen atalarının saldırganlığını söylerken haksız değil. Hepimiz içimizde gizli, nazik davranışlarla üstü örtülen ama bir tehdit algıladığımızda keskin dişleriyle ortaya çıkan bir timsah taşıyoruz.

* Zülfü Livaneli'nin toplum ve diğer pek çok konuyla ilgili o yerinde tespitlerini kitaplarındaki hikayenin içine sıkıştırılmış halde bulmanız mümkün. Maya'nın festival filmleri ile ilgili düşüncelerini anlattığı bir bölümde şöyle yazıyor: karşıma son dönemde moda olan festival filmlerinden biri çıkacak, bir adam eve gelip "Merhaba," diyecekti, kadın dört dakika sonra "Hoş geldin," diye cevap verecekti, böylece bir kez daha kalabalıktan nefes alınmayan bu ülkedeki yalnızlık ve iletişimsizlik mesajlarını almış olacaktım.

* Bir başka tespit: Türk erkeklerinin bir numaralı özelliğinin sinirlenince hız yapmaları. Bu yüzden hiçbiriyle direksiyon başında tartışmamak gerektiği! Kadın söylenir, adam gaza basar, kadın biraz daha söylenir, adam biraz daha gaza basar ve olan arka koltukta oturan ve trafikteki diğer araçlara el sallayan her şeyden habersiz masum çocuklara olur.

* Internet başından kalkmayan çocuklar ile ilgili bir psikologun teşhisi: Hayat korkusu! "Dünya çok hoyrat ve sert bir yer artık. Hele büyük şehirler. Okullar şiddet yuvası. Bazı hassas ve zeki çocuklar kişiliklerinin yaralanacağı korkusuyla kendilerini tamamen kapatıp, online iletişim kuruyorlar," diyor Maya'nın oğlu Kerem için psikolog.

* ...Birçok Türk evinde böyle bir suskunluk vardı, geçmiş konuşulmazdı. Türkiye'de hemen her konuda, her kurumda sorunların çözülmesinden çok üstünün örtülmesi, acaba bu alışkanlığın sonucu ortaya çıkan bir durum muydu? Bu memlekette Kürt sorunundan yoksulluğa kadar hemen her meselede bir görmezden gelme, yok sayma alışkanlığı vardı. Bir muhalif ortaya çıkıp da bunlardan söz etse, sorunları o yaratmış gibi ona öfke duyulurdu. Farklı düşünmek, çoğu zaman düşman kabul edilmenin nedeni olurdu...

* Toplum olarak sessiz bir sözleşme ile susma kararı alınmış, yaşananlar genç kuşaklara aktarılmamıştı. Bu iyi miydi, kötü müydü bilemiyorum. Hiç kimseye düşman olmadan yetiştirilmemiştik. Bu işin iyi tarafıydı, ama bir de geçmişimiz konusundaki korkunç cehaletimiz vardı.

Cehalet konusuna kesinlikle katılıyorum. Örneğin, Einstein'ın Atatürk'e mektup yazdığını biliyor muydunuz? Ya da Nazi Almanya'sından kaçıp Türkiye'ye gelen çok değerli bilim adamlarının ülkemizdeki eğitim sisteminin temellerini attıklarını? Bizler hem kendi yakın tarihimiz hem de yakın dönemde dünyada olup bitenler hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz diye düşünüyorum. Ermeni tehciri dışında bu kitap sayesinde öğrendiğim Struma gemisi ve Mavi Alay faciaları başlı başına birer tarihi trajedi aslında. Ve kim bilir bu trajik örneklerden kaç tane yaşandı zamanında. Kitapta Hitler dönemiyle ilgili de kısa ve öz bir genel bilgi veriliyor. Bir doların 4,2 trilyon marka çıktığı savaş ve enflasyon döneminde halkın bel bağladığı Nazi Partisi'nin nasıl yükseldiğinden, söz konusu Alman halkı olsa bile örgütlü olmadıkça halkın asla etkili olamayacağından, iktidarın zulüm demek olduğundan bahsediliyor. Gerçekten de İbn-i Haldun'un dediği gibi: "Coğrafya kaderdir!"

Zülfü Livaneli tespitlerinden ikisi daha geliyor: (bu ikisine çok güldüm, ikincisi beni de anlatıyor bu arada! :) )

* Max Wagner'in hastane bahçesinde çömelerek bekleyen Anadolu köylülerini görüp aynısını denemeye çalışması ama birkaç dakika içinde bacağına sancılar girmesi üzerine kalkması üzerine: Nasıl o durumda saatlerce, hatta günlerce oturabildiklerini bir türlü anlamıyordu. Galiba Türk köylüsünü dünyanın diğer halklarından ayıran en önemli özellik buydu.

* Uçakta rahat eden insanlar, yeryüzünden sekiz bin metre yukarıda, boşlukta, metal bir kutunun içinde olduklarını unutup kafalarını şarabın kalitesine, yemeğin lezzetine, koltukların genişliğine takanlardır ki ben de onlardan biriyim.
Kapanışı da iyimserle kötümserin hikayesi ile yapayım. Kötümser, "İşler daha kötü olamaz," diye feryat ederken, iyimser, "Olabilir, daha kötü de olabilir," dermiş. Şimdi söyleyin bakalım: siz iyimser misiniz, kötümser mi? (Şahsen ben bu aralar feci iyimserim!! Bir süre de öyle kalırım gibi görünüyor.)

İç içe geçmiş kişisel ve tarihsel hikayelerin sihirli bütünlüğü olan Serenad'a bayılacaksınız. Henüz okumadıysanız, bir an önce alın ve okuyun derim. Ellerine ve beynine sağlık Zülfü Livaneli! İyi ki varsın.

2 yorum:

Ceylan dedi ki...

Ben de bir solukta okudum Serenad'ı...Ve her Livaneli kitabına başlarken olduğu gibi hızla bitireceğimi ve çok beğeneceğimi biliyordum.
Kitabı okurken aslında okulda tarih diye okuduğumuz şeylerin, sadece bazılarının bizim bilmemizi istediklerinden oluştuğunu bir kez daha anladım...Ne çok şey kayıp aslında...ve biz tesadüfen öğreniyoruz...
İyi ki okumuşum bu kitabı, ben de şiddetle tavsiye ediyorum...
Sevgiler,

Imge dedi ki...

Ceylan,

Gerçekten de okulda okuduklarının üstüne merak edip de hiçbir şey okumayan ya da araştırmayan bir kişinin ne kadar eksik kalacağını görüyoruz.. Yalnız beni korkutan şu: araştırsak bile her zaman feci eksik kalacağız gibi geliyor! Yani tarihle ilgili nereye el atsam bilmediğim bir sürü şey olduğunu görüyorum. Hangi birini hangi kaynaklardan okuyup öğreneceğiz, ne yapılmalı bilemiyorum. Bir sürü konuda hep bilgisiz kalacak olma hissi de beni sinir ediyor bir yandan yani..