"5. Kattaki Abla" Oldum Ben :)

Daha önce bahsettim mi hatırlamıyorum ama apartmanımızın dış cephesine mantolama yapılıyor. Binaya iskele kuruldu, sürekli matkap sesleri, en sıcak günlerde sökülüp poyraz başladığında takılan klimalar, başımı çevirip camdan bakarken selamlaştığım ustalar falan derken yaz böyle geçiyor işte. En çok şükrettiğim şey ise benim odamın olduğu cephe yapılırken tatilde olmamız oldu, yoksa zaten bugünlerde önemli bir kısmını kaybettiğim ruh sağlığımın tamamını kaybedebilirdim! Ruh sağlığımı az kalsın kaybetmeme neden olan şeylerden biri de tatil dönüşü apartmanın açık griye boyanacağını öğrenmem oldu. Hastane gibi! Etkili bir müdahale ile durumu düzeltip başka bir renk seçebildik ama ön sipariş olarak gelen 15 kutu dış cephe boyası da bize patlamış oldu tabi. O yüzden ilgilenenlere not: Remmers marka açık gri dış cephe boya almak isteyenler bana müracaat edebilirler, fiyatımız uygundur korkmayın! :)

Bu arada komik şeyler de yaşanmıyor değil tabi. O gün İso'cum eve geldi ve "sen neler yapıyorsun bu aralar tüm gün evde?" diye sordu. Ne yaptığımı en iyi bilen insanın bunu sorması ilginçti tabi, ben de "N'oldu ki?" diye soruyla karşılık verdim. "Ne bileyim, aşağıda ustalarla konuştuk da ayak üstü, sırıta sırıta '5. kattaki abladan sonra orucu bozduk, daha iyiyiz şimdi' dediler," dedi. Sonra yeni renk seçimi ile ilgili de 'Zaten 5. kattaki abla da hiç beğenmemişti o griyi," falan da demişler konuşma arasında. İso'cum "apartmanın 5. Kattaki Ablası olmuşsun, haberin olsun," dedi. 

Olaya hemen açıklık getireyim de evde camın önüne geçip striptiz yaptığım falan sanılmasın.:) Ben sıcağın altında bu kadar ağır işte çalıştıkları için bu inşaat işçilerine acayip üzülürüm. O yüzden soğuk su, elma suyu falan veriyorum bizim kata geldiklerinde ve muhabbet ediyoruz birkaç dakika. Ve birçok sözde eğitimli insandan daha düzgün bir zihniyete sahip olanlar var aralarında. O kadar ki mesela bana şöyle dedi o gün bir tanesi: "Abla çok bozuldu insanlar artık. Yerlere tükürenler, laf atanlar.. Her gün başına bir şey gelmeden eve dönebilmek şans. Kimsenin kimseye saygısı yok. Mesela benim gibi boya yapan bir arkadaşım boyalı üstüyle, pis elleriyle toplu taşımaya biniyor. 'Oğlum niye böyle biniyorsun?' dediğimde 'N'apalım, ben boyacıyım!' diyor bana. 'Boyacıysan insan değil misin?! Ne hakkın var toplu taşıta öyle binmeye? Di mi abla?'" Ya işte böyle. Lüks arabasından dışarı sigara izmariti atan, teknesinin pisliğini denize boşaltan, şık restoranların tuvaletlerini ahır gibi kullanan, spor merkezinde kullandığı havluları yere atıp arkasından uşaklarının toplamasını bekleyen, komşusunun tepesine akan balkonuyla ilgili nasılsa bana zararı yok diye kılını kıpırdatmayan hırtlar varken doğudan gelip günde 50-60 TL kazanarak İstanbul'da yaşam mücadelesi veren bir inşaat işçisinin böyle bir zihniyete sahip olması bunun ne para-pul ne de eğitimle ilgili olduğunu bir kez daha gösterdi bana. İnsanlık başka bir şey. İçten mi geliyor, sonradan mı öğreniliyor, bazı ruhlar ona daha mı yatkın bilmiyorum ama başka bir şey olduğu kesin. 

Oruç konusuna gelince Ramazan'ın ilk günü bizim kata geldiklerinde "Meyve suyu ister misiniz?" diye sorduğumda "Sağol abla, niyetliyiz." dediklerinde "Aaa! Bu sıcakta, bu ağır işte çalışırken bir de oruç mu tutuyorsunuz? Önce canınıza bakmanız gerek. Hem çalışmak da ibadet değil mi? Sağlığınızdan olduktan sonra tuttuğunuz orucun ne anlamı var?" dedikten sonra ikisi birden "He yaa.. Zaten tansiyonum düşüyor gibi oluyor benim de," falan gibi söylenmeye başladılar. Gün boyu da fenalaşmak üzere olduklarını söyleyerek birbirlerine seslenmelerini duydum açık camlardan. O akşama doğru bozmuşlar orucu işte ve normal olarak bir daha da tutmamışlar. Akşam da İso'yla apartman girişinde sohbet ederken "5. kattaki ablayla konuştuktan sonra bozduk orucu" demeleri o güne rastlıyor işte. :) (Bu arada hoşgörüsüzlüğün doruklarda olduğu şu dönemlerde yanlış anlaşılmasın: oruç tutana da tutmayana da saygım var ve herkesin kendi bileceği inanç işine karışılmaz. Yani benimki bir tür sağlık odaklı Osman Müftüoğlu uyarısıdır!)

Benim yerime annem olsa sözlerini "Ölürsünüz valla!" diye bitirerek o anda etkili olurdu eminim ama ben henüz annem seviyesine ulaşamadım, ancak akşama doğru etkili olabilmişim. Annemin uyarılarının sonunda mutlaka ölüm vardır. Örneğin, "o kadar güneşte kalmayın, ölürsünüz valla!", "yaz sıcaklarında içkiyi abartmayın, şaka değil, beyin kanaması geçirir ölürsünüz bak," "spor yaparken kendinizi zorlamayın, en sık sporcu ölümleri otuzlu yaşlarda oluyormuş," (gören de olimpiyatlara hazırlanıyoruz sanacak, altı üstü bir saatlik yürüyüşten bahsediyoruz ama olsun!), "İmge, kadın cinayetleri çok arttı, kendine dikkat et!" gibi. Yıllar önce yediklerime dikkat edip kilo verdikçe (ve gürbüz bir genç kızdan normal bir genç kıza dönüştükçe) annem ve babamın anoreksiya olduğumu düşündüklerini hatırlayıp gülerim hâlâ. 55 kiloluk, kanlı canlı bir anoreksiya hastası! (Böyle durumlarda anne ile babanın bir araya gelerek yorum yapmalarını kesin olarak yasaklamak gerek zaten. O nasıl bir birbirlerini gaza getirmedir, yok böyle bir şey!) Bundan daha önce bahsetmişimdir ama bir daha tekrar edeyim yeri gelmişken: kızlarının rejim yaptığı o dönemlerde açlıktan karaciğer yağlanması olabileceğini düşünerek beni doktora bile götürmüşlerdi. Güya doktordan da korkunç şeyler duyup kilo vermekten vazgeçecektim. Doktor ise "hastamız bu mu?" demişti babamın çizdiği tabloya göre sedyeyle getirilmesini beklediği solgun ve bitkin bir hasta yerine benimle karşılaşınca. :) Neyse, bunlar nereden mi aklıma geldi? Bazen bir sonraki aşamada annem olacağımı hissettiğim yorumlar yaparken yakalıyorum kendimi bu aralar da o yüzden. Ve genelde İso'cumun yorumuyla kendime geliyorum, "Başladı yine Küçük Aysel!" :)


3 yorum:

Adsız dedi ki...

bende diyorum biriki gündür neden kulaklarım çınlayıp duruyor,demekki beni küçük Aysel anıyormuş:))
bu arada anlattığın işçiye hayran olmamak mümkün değil,ablalık yapmaya devam et canımcım..Aysel Tan

Handan dedi ki...

geçen gün işyerinde iftara davet ettiler, prensip olarak oruç tutmadığım için iftar yemeklerine katılmadığı söyleyince, karşı taraf, bir rahatsızlığım olabileceği vs gibi aklınca bana kılıf uyduracak cümleleri sıralarken sözünün arasına girip hiç 1 şeyim olmadığını rahatsızlık olarak beyan ettim, adamın yüzünü görmeliydiniz:) oruç tutmuyorsam bir bahanem olacağına o kadar emin ki.


anneler bir başkadır, ben 1 mayıs eylemine giderken fularlardan fular beğenirken annem, fuların ucunu o kadar uzun tutma/polis tutar oradan... demişti gerisini yazmamayım korku filmi gibi çünkü.

Imge dedi ki...

Annoşum,

Evet, kesinlikle bendim o kulaklarını çınlatan..Bir de damadın olabilir tabi.. :))

Handan,

Annenin polis senaryosuna bayıldım!! :)) Sanırım "anne olunca anlarsın" denen şeylere en güzel örnek bu korku filmi tadındaki senaryolar olsa gerek. :)
Sevgiler..