Önce Barney'nin hikayesinden başlayalım. Geçen sene festivalde ve sonrasında sinemalarda gösterime giren bu filmi o zaman kaçırdığımız için ancak izleyebildik. Orijinal adı Barney's Version olan film, Benim Hikayem olarak Türkçeye çevrilmiş. Barney rolündeki Paul Giamatti her zamanki gibi harika bir iş çıkarmış. Babası rolünde ise kısacık rolüyle bile göz dolduran Dustin Hoffman var. Üç kez evlenen ve üçüncü evlendiği kadında aşkı bulan bir erkek Barney. Biraz duyarsız, tepkisel, sorumluluklardan olabildiğince kaçan, bira içerek hokey maçı izlemeyi aşık olduğu karısının radyodaki ilk iş gününde yanında olmaya tercih edebilecek tipte erkeklerden işte. Hayatının aşkı olan ve ölene kadar da öyle kalan karısı Miriam'dan ayrılma nedeni bile tam o kategorideki erkeklere yakışır cinsten! Yine de iyi bir adam işte. (Benim için bunun bir anlamı yoktur mesela ama bu yazıda Barney için kullanayım bu "yine de iyi insan" ifadesini. Yoksa yaşamla ilgili hiçbir sorumluluğu almayıp da iyi olan insanı ne yapayım. Ayrıca bir insanı iyi olduğu için ya da kötü olmadığı için niye takdir edelim ki? Olması gereken bu zaten!) Sevgisinde de samimi. Her zaman olduğu gibi bunu da en çok sevdiğini kaybedince anlayabiliyoruz.
Filmin hem neşeli hem de hüzünlü bir tarafı var. Bu anlamda yaşamın kendisini doğal bir biçimde yansıttığı söylenebilir. Filmdeki müzik seçimleri de çok başarılı. Hüznün sesi Leonard Cohen'in duyulduğu sahnelerde hissettiğiniz duygunun etkisi de katlanıyor bence. Filmle birlikte düşününce en etkilendiğim şarkı da bu oldu. Uzun olmasına rağmen zevkle izleyeceğiniz, güzel oyunculukların olduğu, sıcacık ve doğal bir film işte. Tavsiye ederim.
Bahsedeceğim ikinci film ise Never Let Me Go, yani Beni Asla Bırakma. Gerçeklikten çok daha uzak olmasına rağmen inanılmaz etkilendiğim ve üzüldüğüm bir film oldu. Baş rollerde Carey Mulligan (Kathy), Keira Knightley (Ruth) ve Andrew Garfield'ın (Tommy) oynadığı filmin yönetmeni Mark Romanek. Kathy, Tommy ve Ruth, disiplinli bir yatılı İngiliz okulunda okuyan üç yakın arkadaş. Ya da biz okul sanıyoruz ama belki de öğrenciler yerine bambaşka bir misyonu olan insanlar yetiştiren değişik bir kurum orası. Normal şartlarda öğrenciler mezun olduktan sonra doktor, mühendis, sanatçı, itfaiyeci, polis falan olurlarken buradan mezun olan öğrencilerin yapacakları tek bir şey var: organ bağışı yoluyla hayat kurtarmak! Donör olup birkaç kez organ bağışladıktan sonra misyonlarını tamamlayıp hayata veda edecek olan bu öğrencilerin bir de klonlandıkları kopyaları bulunuyor (ki bu konuya biraz daha açıklık getirilebilirdi filmde).
1954'te Ngazaki'de doğan, daha sonra beş yaşında ailesiyle birlikte İngiltere'ye göç etmiş ve orada yaşamaya ve İngilizce yazmaya devam eden Kazuo Ishiguro'nun romanından uyarlanan bu filmdeki bazı yerlerin romanda çok daha iyi açıklanmış olduğuna eminim. Ama ben yine de filmi de çok başarılı buldum. Hatta filmin üzerine Sahaf Festivali'nden yazarın en bilinen üçüncü romanı olan Günden Kalanlar'ı da aldım. Oyunculuklar çok iyiydi. Ruth'a önce gıcık olup sonra acıyıp, Kathy ve Tommy'ye içimiz parçalandıktan sonra feci depresif bir ruh haliyle kalakaldık ortada! Bu filmden de aklımda kalan ve küçük Kathy'nin yatakhanedeki şarkı söyleyen halini hatırlatarak boğazımı düğümleyen şarkı budur. Of, filmi hatırlayınca yine kötü oldum bak. O yüzden izleyip izlememeye siz karar verin bu güzel ama gerçekten üzücü filmi.
Şimdiden iyi seyirler.
Not: Resimleri işte buradan aldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder