Küçük Beyaz Yalanlar

Haftayı güzel bir filmle kapatalım. Kapatmadan önce de uyarı: Sakın ola ki şu an vizyonda olan Bad Teacher adlı filme gitmeyin. Justin Timberlake'e ya da Cameron Diaz'ın benim boyum kadar görünen bacaklarına hayran olsanız bile bunlar filmi kurtarmıyor, haberiniz olsun!

Ama Fransız bir arkadaş grubunun tatil hikayesine dahil olabilirsiniz. Küçük Beyaz Yalanlar olarak Türkçeye çevrilmiş olan Les Petits Mouchoirs adlı Fransız filmine bayıldım. Oyunculuklar ve hikaye çok doğal ve duygu yüklü. Özellikle filmin sonu ve arkadaşlar arasında çözülmelerin yaşandığı sahneler gerçekten çok dokunaklı. Marie rolünde Marion Cotillard, Eric rolünde Gilles Lellouche, Vincent rolünde Benoit Magimel ve Max rolünde François Cluzet'in oyunculukları bana göre en öne çıkanlar arasında.


Filmi kısaca anlatayım: Her sene birlikte tatile çıkarak aralarından birinin (Max) sahip olduğu mini tatil köyünde konaklayan kimi çocuklu, kimi çocuksuz çiftler ve bekarlardan oluşan bu grup, bu seneki tatilin başında kötü bir olay yaşıyorlar. Aralarından biri feci bir kaza geçiriyor ve hastanelik oluyor. İki hafta yoğun bakımda tedavi göreceği ve o dönem içinde ellerinden bir şey gelmeyeceğini anlayan grup tatil planını ertelemiyorlar. İçlerinde hem bunun huzursuzluğunu hem de  bireysel birtakım problemlerini taşıyarak çıktıkları bu tatilin onlara iyi gelip gelmeyeceğini izleyip görmelisiniz. Bu hikaye dostluk kavramının yanı sıra bence en çok insanın kendi kendine söylediği ve bile isteye kabul ettiği büyük ya da küçük yalanların vicdanı üzerindeki etkilerini sorguluyor. Bizleri de bu noktada düşündürüyor. 

Film biraz uzun, iki buçuk saate yakın sürüyor. Ben çok severek izledim ama çok hızlı ve akıcı bir temposu olmadığı için herkese önerebilir miyim bilmiyorum. İnce ince işlenmiş karakterlerden ve duygusal çözümlemelerden hoşlanıyorsanız siz de bu filmi seversiniz.

Biz geçtiğimiz Pazar akşamı çok keyifli bir hafta sonunun kapanışı olarak bu filmi izledik. Hemen ardından Pazartesi günü ise TAC'den benimle aynı dönem mezun olan bir arkadaşımın ani bir ölüm haberini aldım. Yine dönem arkadaşlarımdan birinin de çok ciddi bir hastalıkla mücadele ettiğini öğrendim bu hafta. İkisi de yıllardır iletişim içinde olmadığım iki isim olsalar da bu haberler beni inanılmaz etkiledi. Kolej ortamında yedi senemizi birlikte geçirmiş olmak mı, çocukluk ve ergenlik dönemini paylaşmış olmak mı, yoksa aynı yaşlarda olmak ve dönemimizden aldığımız ilk kötü haberler olması mı bilmiyorum ama ben gerçekten yıkıldım bu haberlere.  Birinin ışıklar içinde uyumasını, diğerinin ise bir an önce kıpır kıpır yaşamına dönmesini içtenlikle diliyorum. Bunu neden yazdım? Hem hissettiğim acıyı paylaşmak için hem de hayatın yarın ya da bir saat sonra neler getireceğinin hiç belli olmadığını bir kez daha hatırlatmak için. Elimizde hâlâ fırsat varken sevdiklerimize ve yaşama sımsıkı sarılıp, değerini bilmeyi ve tadını çıkarmayı unutmayalım demek için. Sağlıkla alınan her nefesin önemini ve canımıza kastetmeyen hiçbir sorunun aslında sorun olmadığını, bir şekilde geçip gideceğini hatırlatmak için. Biliyorum, hiçbirimizin aklında yeterince uzun kalmayacak bunlar, zaten kalmasın da, yoksa hayat geçmez, ama yine de böyle üzücü olaylar yumruk etkisiyle insana hatırlatıyor bazı şeyleri. Ben de hatırlamışken size de hatırlatayım dedim işte... Umarım hayat hepimize hep güzel sürprizler yapar...

İyi hafta sonları.

Hiç yorum yok: