Geçen hafta annem burada olduğu için blogdan ve büyük ölçüde Internet'ten uzak bir hafta geçirdim. Çok da iyi geldi doğrusu. Annemle bol bol gezip, tozup, yiyip, içip, muhabbet ettik. Sonra en nefret ettiğim şu sezonluk dolap düzenleme işini annemle birlikte yaptık. Anne çorbası içtik, anne türlüsü yedik falan derken koca bir hafta bir anda bitiverdi! Sevdiğiniz ve elbette -belki de en önemlisi- kendinizi misafir ağırlıyor gibi hissetmediğiniz yakınlarınız sınırlı bir süre için size geldiğinde zaman ne çabuk geçiyor değil mi? Bu önermenin tam tersi de doğrudur bu arada..:)
Annem buradayken izlediğimiz iki filmden bahsederek bloguma da dönüş yapayım bakalım. Bunlardan ilki ilk ikisini izlemediğimiz Manuale D'Amore 3, yani Aşkın El Kitabı 3 ama sanırım sinemalara Her Yerde Aşk 3 olarak geldi. Benim filmi alma nedenim ise Robert de Niro idi. Sonradan yanında Monica Bellucci'yi de gördüm, bonus hanesine kaydettim. (Bir erkek olsaydım bu cümlenin tam tersini mi yazıyor olurdum acaba? :) )
Üç ayrı hikayede üç farklı aşkı anlatan film bir baş yapıt falan değil, ama keyifle izleniyor. Bana sorarsanız en aşka benzer aşk hikayesi ise Viola'nın babasının arkadaşı olan Adrian ile yaşadığı aşk. Hem bu hikayede hem de diğerlerinde göze çarpan ortak nokta ise aşkın yerinin, zamanının, yaşının olmaması. Ama tam da bu özellik aşkın içinin boşaltılmasına da neden oluyor diye düşünmüyor değilim. Her hissedilen kuvvetli çekim aşk mıdır? Hepsinin peşinden gideceksek halimiz yaman mıdır? Aynı anda iki kişiye aşık olunabilir mi? Aşka sığınarak her çiçekten bal almayı normal kılanları aşkı maymun ettikleri gerekçesiyle cezalandırmalı mı, yoksa bırakalım yapsınlar mı? Falan filan... Aşkı kim çözmüş de biz çözeceğiz değil mi? Çakırkeyif sohbetlerde memleket meseleleri ve hayatın anlamı ile birlikte sık sık baş rollerde gördüğümüz aşkın bu konumu asla değişmez gibi geliyor bana. Biz de içer içer konuşuruz artık parıldayan göz bebeklerimiz ve çarpan kalplerimizle, n'apalım..:) Yazımıza dönecek olursak bu şirin İtalyan filmini izleyebilirsiniz. Fazla beklentilerle değil ama, hoş zaman geçirmek için ve Robert de Niro hatrına izleyin.. O zaman seversiniz bana göre.
İkinci filmde ise yine aşkla ilintili bir konuyu sorguluyoruz: sadakat. İlgimi çeker, diyenlere Son Gece (Last Night) filmini izlemelerini öneriyorum. Keira Knightley, Eva Mendes, Guillaume Canet ve Sam Worthington'ın oynadığı filmde dört yıldır evli, ama daha uzun süredir birlikte olan Joanna ve Michael'ın ayrı geçirmek durumunda kaldıkları bir gece anlatılıyor.
Michael'ın iş için bir süredir inceden inceye kendisine yazan iş arkadaşı Laura'yla şehir dışına gitmesi gerekir. Karısı Joanna da onun şehirde olmadığı gün kahve almaya çıktığında eski (ama tamamen unutulmuş sayılmayan) sevgilisi Alex'le karşılaşır ve akşam onun arkadaşlarıyla çıkma planı yaparlar. Ve bundan sonra ne söylesem filmin tadını kaçırabileceğim için susuyorum. Ama benim çok etkilendiğim bir film oldu diyebilirim. Sadakatsizliğin sınırını, nerede başlayıp, nerede bittiğini, kadın ve erkek boyutunu çarpıcı bir bakış açısıyla anlatıyor. Çiftlerin kendilerini alt üst edecek ve "asla olmaz" dedikleri duygusal/fiziksel/ruhsal bir deneyim yaşamadan bir gece önce birbirlerine söyledikleri "seni seviyorum"ların gerçekliğini sorgulatan bir film bu. (Tabi Michael'ın sık sık iş seyahatine çıkan, Joanna'nın da freelance yazılar yazan tipler olması pek de hoş olmadı! Sanırım kendimizi bir an için o tiplerle özdeşleştirip, sorgulama ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu tartışma kısmının suyunu çıkardık aramızda. Siz siz olun, o kadar abartmayın! :)) İlişkiler ve sadakat konusunu hem kadınsı ve erkeksi içgüdüler hem de yaşanan ilişkilerin niceliği açısından ele alan Son Gece'yi izlemenizi öneririm. Sinir bozucu bir gerçekliği olan, cesur bir film var karşınızda. Tadını çıkarın.
İyi seyirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder