Oscar'a birkaç dalda aday filmlerden biriyle başlayayım yazıma: Descendants. Senden Bana Kalan olarak Türkçeleştirilmiş filmin başrolünde orta yaşlı ve varlıklı bir aile babası olan Matt'i canlandıran George Clooney var. Karısını bir tekne kazasında kaybeden Matt'in ailesiyle ilgili birtakım sırlarla yüzleşmesinin ve hesaplaşmasının ve o ana kadar yeterince bağ kurma fırsatı bulamadığı kızlarıyla yeniden tanışmasının öyküsü. Güzel bir film, izlenebilir, ama bence en iyi film, en iyi aktör ya da en iyi yönetmen ödüllerini alabilecek kadar da iyi değil. Hatta izlememiş olsam eksikliğini hissetmezmişim. Hatta filmin en güzel yanı Hawaii'de çekilmiş olmasıydı diyebilirim. Tamam, belki abartıyorum ama aile ilişkilerini konu alan duygusal öyküleri sevmeme rağmen bu filmin duygu yönünün çok eksik ve havada kaldığını düşünüyorum. Sanırım romanı çok daha etkileyicidir. Filmin de bu kadar ön plana çıkmasının en önemli nedeninin de About Schmidt ve Sideways'in de yönetmeni olan Alexander Payne'in yönetmen koltuğunda oturmuş olmasıdır. Oyunculardan da Matt'in büyük kızını canlandıran Shailene Woodley favorim oldu. Bu film sayesinde öldükten sonra yakılmanın güzel bir alternatif olduğunu bir kez daha hatırlamış oldum. (Annem-babam gıcık olacaklar bu konuda konuştuğumu duyunca ama öldüğümde tüm organlarımın, uzuvlarımın bağışlanmasını, sonra geriye kalanların yakılmasını isterdim. Ama küllerimin nereye savrulmasını istediğimi bilmiyorum henüz. Bir de 90'larımda falan ölmek istediğim için organlarım işe yarar mı onu da bilmiyorum. Bu detayları netleştirince bu konuyu tekrar konuşuruz olur mu? :) ) Neyse, son olarak filmi izleyin ama büyük beklentilerle izlemeyin diyorum.
İkinci film önerim The Help olacak. Aynı isimli romandan uyarlanan ve adı Duyguların Rengi olarak Türkçeleştirilen bu film gerçekten harikaydı. 1960'ların Amerika'sında geçen öyküde o dönemlerde yoğun bir biçimde yaşanan zenci-beyaz ayrımı konu ediliyor. Irkçılığın nasıl normalleştirilmiş olduğunu çarpıcı bir şekilde gösteren filmde oyunculuklar çok iyi. Ayrıca giysiler, evler, eğlencelerle birlikte genel olarak dönemin yaşam tarzı ve ortamları da çok başarılı oluşturulmuş. Ayrıca o dönemlerin varlıklı kesiminde yaygın olan bir yaşam anlayışı da çok güzel verilmiş: büyük evler, havalı sosyal ortamlar, gösterişli yaşamlar, mutlu tablo eksik kalmasın diye doğurulan ve yardımcılara bırakılan çocuklar. Gerçek ve sahte duygular bir arada; en çok da o ortamda büyüyen çocuklar tarafından açıkça algılanabilecek kadar belirgin bir şekilde ortada. "Değişim bir fısıltıyla başlar" fikrinden yola çıkılan öyküde gerçekten de köklü birtakım değişikliklere minik ama cesur ve kararlı adımlarla gidilebileceği sonucuna varılıyor. Yolun sonunda ise büyük ödül olarak müthiş bir manevi tatmin duruyor içindeki insanı henüz yitirmemiş olan herkes için. Duyguların olduğu ama duygu sömürüsünün olmadığı, doğal ve umut hissi uyandıran bir film olmuş The Help.
Gelelim buçuk filme. Empire'ın "yılın en kışkırtıcı filmi" tanımıyla kışkırıp, Carey Mulligan hatırına izlediğimiz Utanç (Shame) tam bir hayal kırıklığıydı bana göre. Sorun küpü kız kardeşinin pat diye dairesine yerleşip kendisiyle birlikte yaşamaya karar vermesiyle birlikte sorun küpü olma konusunda kardeşiyle yarışabilecek potansiyele sahip, hastalıklı bir cinsel yaşamı olan seks bağımlısı Brandon'ın yaşamında büyük değişiklikler olur. Olumlu yönde değişir, ama nedendir, ne yaşayıp da ders almıştır, ailesiyle ilgili geçmişten kalma travmaları nelerdir falan gibi soruların hiçbirinin yanıtını bulamayız filmde. Olsun, sorun değil. Biz de Brandon'ın porno arşivine bakıp etkilenebiliriz mesela: "Vay be, adamın evden attıklarıyla üç tane sex shop açılırdı valla!" Ya da kanamalarla ilgili çıkarımlarda bulunabiliriz: "İso, kız bileklerini kesip kim bilir ne kadar kan kaybetti, hâlâ yaşıyor. Burun kanamasından ölmek de zordur o zaman herhalde." "Yahu beynine kurşun yiyenin kafatası kaynadı sen iki sene sonra hâlâ burnum kanar mı diyorsun, pes!" Ya da metroda öyle her önümüze gelen yakışıklı/güzel tiple cilveli cilveli bakışmamamız gerektiğini öğrenebiliriz. Nasıl bir manyak olduğu belli olmaz mazallah! Yani biz Steve McQueen'in yönetmenliğini yaptığı bu filmden bunları çıkardık. Siz neler çıkarırsınız bilemem. :)
Harika bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle...
İkinci film önerim The Help olacak. Aynı isimli romandan uyarlanan ve adı Duyguların Rengi olarak Türkçeleştirilen bu film gerçekten harikaydı. 1960'ların Amerika'sında geçen öyküde o dönemlerde yoğun bir biçimde yaşanan zenci-beyaz ayrımı konu ediliyor. Irkçılığın nasıl normalleştirilmiş olduğunu çarpıcı bir şekilde gösteren filmde oyunculuklar çok iyi. Ayrıca giysiler, evler, eğlencelerle birlikte genel olarak dönemin yaşam tarzı ve ortamları da çok başarılı oluşturulmuş. Ayrıca o dönemlerin varlıklı kesiminde yaygın olan bir yaşam anlayışı da çok güzel verilmiş: büyük evler, havalı sosyal ortamlar, gösterişli yaşamlar, mutlu tablo eksik kalmasın diye doğurulan ve yardımcılara bırakılan çocuklar. Gerçek ve sahte duygular bir arada; en çok da o ortamda büyüyen çocuklar tarafından açıkça algılanabilecek kadar belirgin bir şekilde ortada. "Değişim bir fısıltıyla başlar" fikrinden yola çıkılan öyküde gerçekten de köklü birtakım değişikliklere minik ama cesur ve kararlı adımlarla gidilebileceği sonucuna varılıyor. Yolun sonunda ise büyük ödül olarak müthiş bir manevi tatmin duruyor içindeki insanı henüz yitirmemiş olan herkes için. Duyguların olduğu ama duygu sömürüsünün olmadığı, doğal ve umut hissi uyandıran bir film olmuş The Help.
Gelelim buçuk filme. Empire'ın "yılın en kışkırtıcı filmi" tanımıyla kışkırıp, Carey Mulligan hatırına izlediğimiz Utanç (Shame) tam bir hayal kırıklığıydı bana göre. Sorun küpü kız kardeşinin pat diye dairesine yerleşip kendisiyle birlikte yaşamaya karar vermesiyle birlikte sorun küpü olma konusunda kardeşiyle yarışabilecek potansiyele sahip, hastalıklı bir cinsel yaşamı olan seks bağımlısı Brandon'ın yaşamında büyük değişiklikler olur. Olumlu yönde değişir, ama nedendir, ne yaşayıp da ders almıştır, ailesiyle ilgili geçmişten kalma travmaları nelerdir falan gibi soruların hiçbirinin yanıtını bulamayız filmde. Olsun, sorun değil. Biz de Brandon'ın porno arşivine bakıp etkilenebiliriz mesela: "Vay be, adamın evden attıklarıyla üç tane sex shop açılırdı valla!" Ya da kanamalarla ilgili çıkarımlarda bulunabiliriz: "İso, kız bileklerini kesip kim bilir ne kadar kan kaybetti, hâlâ yaşıyor. Burun kanamasından ölmek de zordur o zaman herhalde." "Yahu beynine kurşun yiyenin kafatası kaynadı sen iki sene sonra hâlâ burnum kanar mı diyorsun, pes!" Ya da metroda öyle her önümüze gelen yakışıklı/güzel tiple cilveli cilveli bakışmamamız gerektiğini öğrenebiliriz. Nasıl bir manyak olduğu belli olmaz mazallah! Yani biz Steve McQueen'in yönetmenliğini yaptığı bu filmden bunları çıkardık. Siz neler çıkarırsınız bilemem. :)
Harika bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder