Pazar gününün planını İso'cum yaptı. İç sıkıcı bir havada yayılıp gazete okuyup, film mi izlesek, spora mı gitsek derken İso'cumun aklına (sanırım spor lafını duyunca) Van Gogh Alive sergisine gitmek geldi. İyi ki de geldi çünkü ben de onunla gideceğim diye kimselerle sergi planı yapmamıştım (bir diğer örnek için bkz Rembrandt).
Bu sergiyle ilgili biraz önyargılıydım aslında. Daha çocuklu ailelere yönelik bir etkinlik olduğunu düşünüyordum. Müzik eşliğinde sanatçının dev ekranlara yansıtılan tabloları ve sözleri klasik bir sergiye nazaran çocukların daha çok ilgisini çekebilir ve merak uyandırır demiştim. Bizler de belki biraz eften püften ve fazla attraksiyonel buluruz diyordum. Ama hiç de öyle olmadı.
Evet, klasik bir sergiden çok farklı bir "deneyim." Gerçekten adı üstünde bir deneyim. İnsanın içinde hisler uyandıran, duyularına hitap eden bir deneyim. Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'ni gezmiştik. Ressamın yalnızlığını hastalığını, sağlığında resimlerini satamamış olmasını, Gaugin ile aralarındaki ilişkiyi ve bunun gibi pek çok bilgiyi o zaman da öğrenmiş ve hüzünlü bulmuştuk. Ama burada müzik ve seçilmiş sözleri eşliğinde tablolarına, el yazısına bakarken o hüznü resmen hissettik diyebilirim.
Van Gogh'un 1880 -1890 yılları arasındaki çalışmalarını ve hayat deneyimlerini keşfedeceğiniz bu sergide en hoşuma giden şeylerden biri de detayları ve renkleri dev ekranlarda görebilme fırsatı oldu. Diyelim ki bir ekranda vazodaki çiçekleri görürken hemen yanındaki dev bir ekranda ise o çiçeklerden birinin yaprağını görebiliyorsunuz. Böylelikle tek bir yaprakta bile ne kadar çok renk kullanılmış, fırçayı nasıl kullanmış, ışığı, gölgeyi nasıl vermiş anlayabiliyorsunuz.
Serginin eksik bulduğum yönü ise tablolarla ilgili açıklayıcı herhangi bir bilgiye yer verilmemiş olmasıydı. Dışarıda vardı ama dev ekranlarda en azından tablo isimleri olabilirdi ve Van Gogh'un sözleri dışında resimleriyle ilgili birkaç özellikten de bahsedilebilirdi diye düşünüyorum.
Serginin eksik bulduğum yönü ise tablolarla ilgili açıklayıcı herhangi bir bilgiye yer verilmemiş olmasıydı. Dışarıda vardı ama dev ekranlarda en azından tablo isimleri olabilirdi ve Van Gogh'un sözleri dışında resimleriyle ilgili birkaç özellikten de bahsedilebilirdi diye düşünüyorum.
Ama genel olarak ben bu deneyimi çok beğendim. Kırktan fazla yüksek çözünürlüklü projektör, sinema kalitesinde ses, sanatçının sözleri ve 3000'in üzerinde dev Van Gogh resmini bir arada göreceğiniz bu sanat ve teknoloji buluşmasını bence kaçırmayın. Çocuğu olanların ise çocuklarını bu sergiye götürmemelerini anne-baba yanlışları listesinin ilk sıralarına yerleştiriyorum. Çocukta sanata ilgi ve merak uyandırabilecek en uygun ortamlardan biri olabilir bu deneyim. 15 Mayıs'a kadar mutlaka bir fırsat yaratıp İstanbul Modern'in hemen yanındaki Antrepo 3'e uğrayın derim. Ankaralılar da üzülmesinler, çünkü Van Gogh Alive 15 Ekim – 30 Aralık tarihleri arasında Cer Modern’de olacak.
Bu arada yine söylemeden geçemeyeceğim. Bir benim karanlıkta ve hızla değişen ekranlar arasında çektiğim fotoğraflara bakın, bir de İso'cumun beni tüm ekranlar en sevdiğim Van Gogh tablosu olan Almond Blossoms ile doluyken çekmeye çalıştığı fotoğrafa bakın (yukarıdaki kolajda sağ alt foto). Neyse, ben hep buradayım da olan "çiçeklenmiş badem ağacı dallarıma" oldu. Yine yukarıdaki kolajda en altta yer alan cümle de neden bir Van Gogh olamayacağımı gösterir nitelikte!
Çıkışta da Beşiktaş'a gidelim balık alalım, roka falan da alayım eve dönelim gibi domestik planlar yapan bendeniz bir kez daha İso müdahalesiyle etkisiz hale getirildim ve Pazar akşam planı için de kendimi ona emanet ettim. Ve tabi ki Guinness geldiğinden beri aklı sürekli onda olan kocacığım sayesinde kendimizi James Joyce'da bulduk. Fish&chips, poppers ve Guinness'lerimiz eşliğinde tam bir Irish Pub günü yaşadık.
İso'cum sayesinde harika bir Pazar yaşamış olduk. Sanki Londra'da değişik bir müze keşfetmişiz, üstüne de çıkıp bir pub'da yemek yiyormuşuz gibi, diye aramızda konuşurken inanılmaz bir yağmur ve fırtına başladı dışarıda. Böylelikle resmettiğimiz tablonun eksik yanı da tamamlanmış oldu. :)
(Bu arada İso'nun önümüzdeki doğum günü hediyesini de buldum galiba. Tuborg'la anlaşıp evimize de şu barlara konan dev Guinness fıçılarından koymalarını isteyeceğim. Musluğuyla falan düzeneği kurdurttuktan sonra İso'cumdan mutlusu olmayacaktır eminim. :) )
Hafta sonu yaklaşıyor yavaştan, bu önerim aklınızda olsun derim. Hepinize keyifli yaşam deneyimleri diliyorum.
7 yorum:
sizin bu sergi gezileriniz beni çok kıskandırıyor haberin olsun :P
Benden Bizden,
Kıskanma, çok az kalmış gibi Bambino'yu da kapıp sergilere gitmene bence..:)Sevgiler..
Istanbul Avrupa şehirlerine taş çıkartıyor.
Çok güzel bir Pazar günü geçirmişsiniz.
Van Gogh'un resimlerindeki o sarı rengin tonuna, lacivert rengin derinliğine hayranım,
Guiness biranın rengine ,köpüğüne tadına hastayım ;)
Sizin yazılarınıza şapka çıkartırım.
Elif,
Bence daha çok yol var oralara gelmemize ama yine de İstanbul'daki alternatif bolluğu da fena değil gerçekten..Sevgiler..
Ella,
Van Gogh ve Guinness ile birlikte, aynı ortam içinde takdir görmek çok gurur verici..:)) Teşekkürler.. Sevgiler..
İso'yla gitmene değmiş İmgeciğim, beğenmene çok sevindim. Daha bir çok sergi gelsin İstanbul'a, hangisini beğeneceğimizi şaşıralım :)
Sedacım aynen katılıyorum sana.. Hatta hemen güzel bir haber vereyim: Pera Müzesi Goya'yı getirecekmiş sanırım Nisan sonunda.. Süper, değil mi? :) Sevgiler..
Yorum Gönder