Eylül sonunda Viyana'dayken Van Gogh Müzesi eserleri de orada bulunan Albertina Müzesi'nde sergileniyordu. Yaklaşık iki ay sonra yerinde gezeriz diye düşünerek, gitmemiştik. İşte şimdi Aralık ayında Amsterdam'dayız ve Van Gogh Müzesi'ne geldik.
Burası Vincent Van Gogh'un eserlerinden oluşan dünyadaki en büyük koleksiyonu barındıran yer. İçeride 200'den fazla tablo bulunuyor. Üç katlı müzenin üçüncü katında diğer 19. yüzyıl ressamlarının ve heykeltraşlarının eserlerine yer verilmiş. İkinci katta ise restorasyon araştırmaları ve kağıt üzerinde çalışmalar gibi konularla ilgili eğitsel sunumlara yer verilmiş. Tahmin edebileceğiniz üzere müzenin kalbi aslında birinci katta atıyor.
Birinci katta, Van Gogh'un tablolarının kronolojik bir düzen içinde sergilendiğini görüyoruz. Böylelikle ressamın sanatsal anlamda gelişimini de görme şansımız oluyor. Ben şahsen ressamın bu ünlü ressamın 1888-1889 yılları arasındaki çalışmalarını (en çok "The Yellow House", en az "Sunflowers" olmak üzere) ve epilepsi hastalığının ortaya çıkmasından sonra Saint-Remy akıl hastanesinde kaldığı dönemlerde ortaya çıkardığı eserlerini en çok beğendim. İlk dönemlerine ait meşhur "Potato Eaters" tablosunu göremedik, çünkü uzunca bir süredir New York Metropolitan Müzesi'nde sergileniyormuş. (İso'cum orada gördüğümüzü iddia ediyor, ama ben hatırlayamadım)
1853-1890 yılları arasında yaşayan ünlü ressam Van Gogh'un ölüm hikayesi son derece hazin. Hastaneden çıkmış olmasına rağmen hastalığı devam ediyor. Tabloları beğeni toplamaya başlamasına rağmen sürekli mutsuz, kazandığı parayla geçimini sağlayamadığı için ağabeyi Theo ona bakıyor, geleceğini göremiyor ve Theo'ya yük olduğunu düşünerek 27 Temmuz 1980 yılında intihar ediyor.
Şimdi gelelim ziyaret ile ilgili genel notlar bölümüne. Müze her gün 10:00 ile 18:00 saatleri arasında ziyarete açık. Cuma günleri ise 22:00'ye kadar ziyaret edilebiliyor. Amsterdam Card ile ücretsiz girebildiğiniz müzeyi kartınız yoksa 12,5 Euro karşılığında gezebiliyorsunuz. Elbette içeride fotoğraf çekilmesi yasak.
Yukarıdaki resim müzenin dışında çekildi. "The Yellow House" tablosunun önüne oturmuşum, ama asıl amacım Van Gogh'un en beğendiğim tablosunun yanında resim çektirmiş olmaktı. Ortadaki tablonun adı "Almond Blossoms". (Hayalimdeki evlerimden birinin salonundaki yeri bile hazır aklımda. :) O eve sahip olduktan sonra ilk iş bu tablonun güzel bir reprodüksiyonunu bulmak olacak.) Bu muhteşem tablonun hikayesi de şöyle:
Van Gogh, Saint-Remy'de yattığı sırada uzun bir süreyi bunalımda ve durağan bir şekilde geçiriyor. O döneme ait resimleri de oldukça sıradan ve kendini tekrar eder tarzda. Bu sıralarda ağabeyi Theo'nun bir oğlu olduğunu ve adını Vincent koyduklarını öğrenince bu tabloyu yapıyor. Bunu ağabeyine hediye ediyor. Tablo alım-satımı yapan (ve Van Gogh'un tablolarının satışını da yapan) ağabeyi ve eşi ise bu tabloyu satmayıp, bu değerli hediyeyi evlerinin baş köşesine yerleştiriyorlar.
İmge'nin bu hikayeyi dinleyince gözleri dolar gibi olsa da, silkinip kendine geliyor, kocasının yanına giderek şımarıyor: "İso'cum ileride ....'teki evimize bu tabloyu alırız değil mi? Hani şu krem rengi oturma takımı ve koyu ahşap rengi ağırlıklı salonumuzda şöminenin üstüne koymayı planlıyorum da.." Kocası ise Amsterdam'daki ilk gününün sonlarına yaklaşırken hâlâ bir Red Light hatunu veya coffeshop görememiş olduğuna hayıflanırken bir yandan da karısının bu İmgeleme olayının bir sınırı olup olmadığını düşünüyor. İşin tehlikeli boyutlara gittiğinin farkında, ama şu dört günlük tatilde kimsenin canı sıkılmasın diye "Alırız canım, sen merak etme!" diyor..:) Bu hikaye burada bitiyor ve İmge ile kocası kanallarda tekne turu yapmak üzere müzeden ayrılıyorlar.
2 yorum:
red light olayını ve kafelerdeki sedatif madde olayını merak ediyorum!!!yaramaz ben :o)
:)))
reytingleri artırmak açısından en sona bıraktım onları Özlemcim..:)
Bir de onlar biraz anlatılmaz yaşanır tarzında durumlar olduğu için bu sayfada ne kadar detaya girebilirim bilmiyorum. Deneyeceğiz bakalım bir şeyler..:)
Yorum Gönder